Toplumumuzu kemiren âfet : Politik yozlaşma !
Hakkâri’de iş olanakları AKP’liler tarafından kontrol ediliyor -Gümrükte büyük vurgun - Seçmen listelerine mevtaları kim yazdırdı -
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan dört sınavda, sınav sorularını sızdırarak para karşılığı satan kopya şebekesi… - Mercedes Türkiye’de rüşvet dağıtıp ihaleleri kapmış! - Başbakanın eski özel kalem müdürü, görev yaptığı 5 yıl içinde üçü İstanbul’da, biri Ankara’da, biri de Gebze’de olmak üzere 5 değerli gayrimenkul sahibi oldu - Sarıyer’de rüşvet operasyonu - SGK’dan para alabilmek için sahte ameliyat belgeleri düzenlendi.
Nedir bunlar? Bunlar Türkiye’de her an olup duran binlerce yolsuzluk olayıyla ilgili gazete başlıklarıdır. Bunlar aynı zamanda Türkiye’nin kokuşup çürümekte olduğunun göstergeleridir. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ni için için kemirip çöküşe götüren, Türkiye’nin gerçek sorunlarından olan -Osmanlı’dan tevarüs ettiği- yolsuzluklardır.
Peki, yolsuzluk nedir? Yolsuzluk "bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanmadır.” Bu olgu, en geniş çaplı olarak siyasî ortamda kendini gösterir; bu kapsamda "politik yozlaşma” adıyla da anılır. Politik yozlaşma seçmenlerin, politikacıların, baskı ve çıkar gruplarının, yani politik karar alıcıların özel (kişisel, kurumsal) çıkar sağlamak amacıyla, toplumda mevcut kuralları ihlal edici davranış ve eylemlerde bulunmalarıdır. Politik yozlaşma çeşitli şekiller alır, başlıcaları şunlardır: Rüşvet, zimmet, partizanlık ve patronaj, adam kayırmacılık, oy ticareti, lobicilik, rant kollama, kamu sırrını sızdırma, gönül yapma, politik dalavere.
Politik yozlaşma toplumu, devleti kemirir. Sosyal ahlakı bozar. Kaynak israfına yol açar, gelir dağılımını olumsuz etkiler. Halkı devletinden soğutur, sosyal çatışmaları tetikler. Dayanışmayı, ulusal birliği zayıflatır.
Yukarda sunduğum satırları bundan birkaç yıl önce kaleme almıştım[1]. O günden bugüne ne değişti ki!... Hatta denebilir ki yolsuzluklar süreci daha da genişledi, daha da hızlandı. Aşağıda size bu âfetin sadece birkaç kanıtını iki başlık altında ele alacağım:
-Rüşvet, rant, irtikâp
-Kleptokrasi
I)RÜŞVET, RANT, İRTİKÂP
A) Rüşvet ve Yolsuzluk Arttı
Ernst&Young’ın "2012 Küresel Yolsuzluk Anketi”ne göre Türkiye’de üst düzey yöneticilerin yüzde 52’si, iş hayatında rüşvet ve yolsuzluğun çok yaygın olduğuna inanıyor. Yüzde 56’sına göre rüşvet ve yolsuzluk ekonominin kötüye gitmesi, yani ekonomik kriz nedeniyle artmıştır. Anket dünya genelinde 1758, Türkiye’de 50 şirket yönetici ve çalışanının görüşleri alınarak gerçekleştirilmiş. İş kaybetmemek veya yeni iş almak için nakit rüşvet verebileceğini belirten yöneticilerin oranı; 2010’da dünyada yüzde 9, Türkiye’de yüzde 4 iken, son sonuçlara göre dünyada yüzde 15’e, Türkiye’de yüzde 16’ya yükselmiş bulunuyor.
B) 2B Rantı
Bilindiği gibi bir süre önce "orman vasfını kaybetmiş arazilerin hak sahiplerine satışı”nı öngören bir yasa, 2B yasası kabul edildi TBMM tarafından. Hemen akabinde ise "rant itirafları” aldı yürüdü.
AKP İzmir Milletvekili Rifat Sait bakın, bu konuda neler söylemiş: Gittiğim her yerde arazilerle ilgili şikâyetlerle karşılaştım. Haritalar rant kazanmak isteyen kişilerin eline geçmiş. İzmir’de, 2B arazilerinin en yoğun olduğu Menderes, Menemen, Bornova, Kemalpaşa, Torbalı ve Buca Kaynaklar’da 2B yasasının çıkmasının ardından bazı rantçılar ‘ne kaparsam kârdır’ mantığı ile hareket ederek, orman vasfını kaybetmiş yeri sanki kendi yerleri gibi çevirmişler. Bunu da neredeyse metre hesabı yaparak uyguluyorlar. Demek ki bu işi yapan kurumlarda çalışanlardan bilgi alıyorlar. Devletin kendisinde olması gereken haritalar el altından rantçının, çıkarcının ve yasadışı iş yapanın eline geçmiş [Cumhuriyet, 25.6.2012]
C) KPSS Hırsızları
AKP döneminde ÖSYM’nin ne hallere düştüğünü hepimiz biliyoruz. Artık bu kurumun tek bir sınavı yoktur ki üzerine şüphe bulutları çökmemiş olsun. En son, Temmuz ayında yapılan KPSS sınavı soruları da önceden sızdırılmış.
İşte Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un değerlendirmesi:"Burada en büyük problem 2010 yılında yaşanan KPSS hırsızlarının hâlâ ortaya çıkarılmamış olmasıdır. Kamuoyunun çok yakından bildiği üzere, Türk Eğitim-Sen’in ortaya çıkardığı 2010 KPSS hırsızlığı binlerce kişinin katıldığı büyük bir skandaldı. Sorular 5 gün önceden binlerce adaya servis edilmişti. Türk Eğitim-Sen soruların servis edildiği bir kişinin adını da vermiş, bu kişi ‘Evet, sorular bana filanca kişi tarafından beş gün önceden doğum günü hediyesi olarak gönderilmiştir’ diye ifade vermesine rağmen, olaya katılanlar ve baş suçlular hâlâ ortaya çıkarılmamıştır. 2010 KPSS hırsızlığının aydınlatılmaması, hırsızlığın yapanların yanına kâr kalması, bu tarihten sonraki her sınavı şaibe altında bırakmıştır” [Yeni Mesaj, 12.7.2012].
D) TMSF Bürokratlarının Marifetleri
Deveye sormuşlar "neden boynun eğri” diye, o da "nerem doğru ki” demiş. ÖSYM gibi aslında pırıl pırıl olması gereken bir kurum yolsuzluğa bulaşır da diğer kuruluşlarımız hiç durur mu, örneğin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)!... Bu kuruma hizmet veren Bursa merkezli bir organizasyon şirketi hakkında başlatılan bir soruşturma, Fon içinde yapılan bir dizi usulsüz harcamayı da ortaya çıkarıyor.
Denetçi raporuna göre başta TMSF başkan yardımcısı olmak üzere, Fon’un işleriyle ilgisi olmayan seyahatlere çıkıldı, geceliği 2-3 bin Euro olan lüks otellerde kalındı. SPA ücretleri TMSF’ye fatura edildi. Gidilen şehirde limuzinle karşılama yapılırken, izlenen striptiz şovlarının faturası da dolaylı olarak Fon’a kesildi. Sonuçta 2 milyon TL tutarındaki şahsî harcama TMSF’ye ödettirilmiş. Yapılan harcamalara gelince, içinde neler var neler... Harcamalar AKP’nin bürokratlarının ne kadar zevkusefa içinde ve gayri İslamî bir yaşantı içinde olduklarını açıkça ortaya koyuyor.
Bu olay tesadüfen ortaya çıkan binlerce yolsuzluktan sadece biri... Milletin parasını çalan bankalardan millet adına bu parayı tahsil etmekle yükümlü olan bir kurumun yetkililerinin marifetine bakın[ii].
II) KLEPTOKRATLAR
Bir ülkede yolsuzlukların derecesi o ülkenin yönetim kadrosu, bunların ahlakı ve davranışları ile yakından ilişkilidir. Eğer o ülkede yöneticiler yolsuzluğa batmış durumda ise, orada hâkim olan rejimekleptokrasi adı verilir. Bir bilim adamımız, Prof. Dr. S. Kemal Erol "kleptokrasi” olgusunu –tahminim, örtülü olarak Türkiye örneğinde- gayet anlaşılır ve etkili bir şekilde anlatmış[iii]. Bilinmesinde büyük yarar var. Aşağıda özetle sunuyorum.
Önce iki tanım: Kleptokrasi, "bir ülkede iktidarı ele geçiren bir siyasal grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soymaları şeklinde kendisini gösteren bir hırsızlar rejimi”dir.Kleptokrat ise "hırsızlar rejimini yürüten, ülkede güç sahibi olan politikacı”dır.
Kleptokrasilerin belirgin bir özelliği; yerli üretimin büyük ölçüde çökmüş olmasıdır. İç pazar ithalata dayanan ve iktidar olanların yandaşlarının da yer aldıkları büyük sermaye gruplarının eline geçmiştir. Yurt içinde, ekonominin yürütülebilmesi için, halkın yararına olan tüm birikimler ve yeraltı kaynakları pazara çıkarılarak haraç mezat, yok pahasına satılır; bunun adına da özelleştirme denir. Öte yandan işsizlik sürekli artar. Çünkü halkın yararına dişe dokunur yatırım yapılmaz.
Devletin anayasasında "sosyal devlet” taahhüdü olsa bile, bu ancak yazıda kalır; çünkü devlet artık onu her şeyiyle peşkeş çekenlerin eline düşmüştür. İnsan haklarını her alanda çiğneyen kleptokrat yönetim; rüşveti, bürokraside bir kural haline getirir. Bir işin rüşvetsiz olarak yapılma imkânı tamamen ortadan kalkar.
Hırsızlığı demokrasi içerikli söylemlerle kamufle ederek yoksul kesimleri soygunlarıyla daha da fakirleştiren bir çete iktidarı; ülke içinde devletin kurmuş olduğu iletişim kurumlarını, limanları, sanayi yatırımlarını ve yeraltı zenginliklerini yerli ve yabancı kapitalistlere peşkeş çekerler. Bir yandan da gerçekte fakirleştirdikleri ülkeyi, o zamana kadar görülmemiş şekilde kalkındırdıklarını ileri sürerler.
Buna katılmayıp karşı çıkanlar acımasız bir şekilde cezalandırılır, defterleri dürülür. Tutukevleri dolup taşar. Herkese dinleme ve fişlenme uygulanır. Bunun sebebi kleptokratın önlenemez korkusudur.
Karşıtlarının yok oluşundan haz duyan kleptokrat, kendi güvenliği açısından endişelere kapılarak zırhlı koruma birliklerini artırır; bir polis devleti kurma çabası içine girer. Hep korku içinde olduğundan, bilinçsizce herkese saldırır. Ülke sorunları büyüdükçe, bundan başkalarını sorumlu tutar. Kimseye güvenmez; kararları hep kendisi almak ister, ama her şeyi yüzüne gözüne bulaştırır.
Dinci otoritenin devleti ele geçirdiği teokrasilerde, kleptokrasi ile sarmaş dolaş bir yönetimin olması ihtimali yüksektir. Din kisvesi altında gizlenerek devleti ve halkı soyan yönetimlere tarihte çok rastlanmıştır. Kişisel hak ve özgürlükler dinî kurallara göre ayarlanırken, devletin ve halkın malları yağma edilmiştir.
Kleptokratlar, kimi zaman sosyalist/komünist, kimi zaman faşist, kimi zaman teokrat, kimi zaman da sosyal demokrat görüntü altına gizlenebilirler. Endonezya’da Suharto, İtalya’da Mussolini, eski Yugoslavya’da Slobodan Miloseviç, Filipinler’de Ferdinand Markos, Mısır’da Hüsnü Mübarek,…bunlardan sadece birkaçıdır.
Daima korku içinde yaşayan kleptokrat, oyuncağı olduğu dış güçlerin devlet başkanları yanında yalakalaşır; onların elini, güç almak istercesine, uzun süre sımsıkı tutup bırakmadığı fotoğraflar verir. Bir şeyin kullanılarak işe yaramaz duruma geldiğinde çöpe atılması gibi, dış güçlerin ve emperyalistlerin kuklası olan kleptokrat, tarihin çöplüğündeki yerini önünde sonunda alır.
Cihan DURA - 22 Eylül 2012
http://www.cihandura.com/
Dipnotlar :
1. Cihan Dura, "Gerçek Sorunlarımız: Politik
Yozlaşma”, http://www.kayseri.net.tr/yazar.asp?yaziID=8793 (28.8.2012)
2. Selim Kotil, "TMSF’nin Bürokratları Neler Yapmış Neler!” Yeni Mesaj, 2.8.2012
3. S. Kemal Erol, "Medikopolitik: Kleptokratlardaki Fobi Olgusu”, Cumhuriyet, 21.7.2012.
http://www.dunya48.com