Ankara, ASCMER, 10.04.2012 – Dünya Uygur Kongresi’nin Almanya’da konuşlu olması, sürgündeki Doğu Türkistan Hükümeti’nin ABD’de bulunması, Dünya Uygur Kongresi’nin yıllık olağan toplantısının Japonya’da yapılmasının planlanması… ABD, Almanya ve Japonya, uluslararası politikanın önde gelen üç aktörü… Bu üç ülkenin ortak paydası, Müslüman Uygur Türkleri… Bu üç büyük ülkeyi Müslüman Uygur Türklerine ev sahipliği yapmaya iten etken ise, Çin…
Bu tabloya bakarak bazı anlam yüklemelerinde bulunmak mümkündür.
Bunlardan bir tanesi, ABD’nin, Almanya’nın ve Japonya’nın Müslüman Uygur Türklerine olan ilgisinin, Çin’in ekonomik yükselişi ile bağlantılı olduğudur. Bu da, birkaç farklı boyutta mütalaa edilebilecek bir husustur. Bir taraftan ismi geçen üç ülkenin söz konusu ilgilerinin arkasında, Çin’in ekonomik yükselişinden duyulan rahatsızlığın olduğu ileri sürülebilir. Rekabet içinde olan aktörlerin, rakip aktörün ülkesinde kendisine müzahir unsurlar araması, bulması ve bunlara destek vermesi, uluslararası ilişkiler tarihinde, her dönemde sıkça yaşanan bir durumdur. Bu, rakibinin, ilgi ve kaynaklarından daha çoğunu içeride tüketmesini ve bu suretle rekabet gücünün zayıflamasını öngören, uluslararası ilişkilere dair klasik, iyi bilinen ve etkili bir stratejidir. Üç ülkenin Müslüman Uygur Türklerine gösterdiği ilgiyi, bu strateji bağlamında mütalaa etmek ve bu stratejinin güncel örneği olarak görmek uygun olacaktır. Diğer taraftan, ister örtülü bir işbirliğine dayalı olsun, ister biri birinden bağımsız olsun, ABD’nin, Almanya’nın ve Japonya’nın Müslüman Uygur Türklerine gösterdiği ilgi, bu üç ülkenin aynı noktaya vuruş yapması anlamına gelir ki, bu da Pekin Yönetiminin karşısındaki cephenin ne kadar büyük olduğuna işaret eder. Ve bu belirtilenler, Çin’in yükselişinin yavaşlamış olmasının hızlı bir gerileme potansiyelini/riskini içerdiği anlamına gelir.
Çin’in büyümesindeki yavaşlamanın, ciddi bir gerilemeye dönüşme ihtimali zayıf görülmemektedir. Bu ihtimalin, Çin-Hindistan yakınlaşmasına zemin oluşturabileceği düşünülmektedir. Toplam 2.5 milyar dolaylarında bir nüfusu kapsayan kapalı bir pazar, Pekin’e de, Yeni Delhi’ye de yeterli gözükebilir. Ve Medeniyetler çatışmasının, İslam-Batı çatışması dışındaki yeni versiyonlarının ufukta göründüğü kabul edilmelidir.
İkincisi, Doğu Türkistan’ın/Sincan’ın, ileri sürüldüğü gibi, enerji kaynakları yönünden zengin olduğu ve ABD ile Almanya’nın ve Japonya’nın bu bölgede yaşayan Müslüman Uygur Türklerine sahip çıkmak suretiyle Pekin Yönetiminin bu zenginlikten yararlanmasını önlemeye çalıştığıdır. Büyük/süper güç olmanın yolu, yeterli enerji kaynaklarına sahip olmaktan veya enerji sorununu bir şekilde çözmüş olmaktan geçmektedir. Çin, şu aşamada, bu sorununu çözmede fazla mesafe alamamış, yeterli ve güven verici bir noktaya gelememiştir. Enerji ihtiyacını karşılamada istikrarı yakalaması ve enerji güvenliğinin bir sorun olmaktan çıkması, Çin’i uluslar arası politikada daha güçlü bir konumda itecektir. Bölgenin, petrol ve doğalgaz zengini Kazakistan’a komşu/yakın olması; bu bölgenin de enerji kaynakları yönünden zengin olduğunu teyit etmektedir. Bölgedeki istikrarsızlığa, söz konusu üç ülke tarafından, Çin’in bu zenginlikten istediği şekilde yararlanmasına engel olma işlevinin yüklenmiş olduğu düşünülmektedir.
Üçüncüsü, bir tarafta yer alan Batının Çin’e yönelik bu bakış açısı ile, diğer tarafta yer alan Müslüman Uygur Türklerinin taleplerinin örtüştüğüdür. Müslüman Uygur Türklerinin dillerini, dinlerini ve kültürlerini koruma ve bölge yönetiminde söz sahibi olma istekleri, Batının bayraktarlığını yaptığı değerlerin bir ifadesi niteliğindedir. Başka bir ifade ile; ABD’nin, Almanya’nın ve Japonya’nın Çin karşısındaki pozisyonları ile, Müslüman Uygur Türklerinin Pekin Yönetimi karşısındaki pozisyonu benzeşmekte ve bu durum, bunları biri birine itmektedir.
Dördüncüsü de, Çin’in 1.4 milyar civarındaki devasa nüfusu içinde Müslüman Uygur Türkleri için ileri sürülen nüfusun çok düşük olmasına -yaklaşık 8.5 milyon- rağmen, Pekin Yönetiminin bu küçük nüfustan büyük rahatsızlık duyduğudur. Bu kadar büyük nüfusa hükmeden Pekin’in, 8.5 milyon Müslüman Uygur Türk’ü için verdiği tepkiye bakarak, hem bunların yaşadığı bölgenin enerji kaynakları yönünden sahip olduğu zenginlik, hem de Müslüman Uygur Türklerinin mücadeleci kişiliği konularında bir fikir yürütmek mümkündür. Ancak ikinci konunun biraz daha belirgin ve öne çıkmış olduğu düşünülmektedir. Çünkü Müslüman Uygur Türklerinin mücadeleci kişiliği, Çin’in büyük nüfusu içinde, demokrasi, özgürlük ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşma yolundaki mücadelenin önünü açma ve bayraktarlığını yapma potansiyelini de içermektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki Ekim (2012) ayında görevine başlaması beklenen Çin’in yeni Başbakanı ile, 2013 yılının başlangıcında görevine başlaması beklenen Çin’in yeni Devlet Başkanı’nı zor günler bekliyor… Bu zorluğun, Çin’in muhatapları için, sürprizlere zemin oluşturacağını unutmamak gerekir…
http://www.yalquzaq.com