Çarşamba, 28 Kasım 2012 16:45
Bu Taşın Altında İsrail Var !
İsrail 1948 yılında kuruldu, ama kurulduğu gün dahil günümüze kadar çevre ülkeleriyle savaş halinde bir devlettir.
1948, 1967 ve 1973 yıllarında çıkan savaşları bir hatırlayınız; İsrail başta Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’la savaştı. Bakınız İsrail haritasına, neredeyse çevresinde savaşmadığı ülke kalmadı İsrail’in. Bu nereye kadar gider? Bu savaşlar yeni toprak işgalleri için bir zemin hazırlamış olsa bile İsrail bu savaşları daha ne kadar sürdürebilir?
Buradan anlaşılması gereken şudur; bugüne kadar yapıldığı gibi doğrudan savaş seçeneği İsrail’in sürdürebileceği bir strateji değildir. Çünkü doğrudan savaş gün gelir İsrail’i bölgede müşterek hedef haline getirir ve 1187’deki Selahaddin Eyyubi’nin yaptığı Hıttın savaşı gibi bir savaş çıkar, cihad olgusu güç kazanır ve İsrail bırakın işgal edip genişlemeyi, kendi topraklarını koruyamaz hale düşer. Bu pencereden bakıldığında, İsrail’in en büyük endişesi olan "yok olmak” korkusuyla yaşadığı açıkça görülür. Bölgedeki Müslüman ülkelerin topyekün bir savaşa girerek İsrail’i yok etmeye çalışması, en büyük endişesidir. Bu nedenle İsrail’i cepheye sürecek doğrudan savaş, akıllı bir seçim olmayacaktır, sürdürülebilecek bir yol da değildir. O halde yeni bir strateji ortaya konulmalı ve bu strateji İsrail’i bölgesel bir savaşın içinde değil dışında tutmalı ve aynı zamanda belirdiği hedeflere ulaşmasını da kolaylaştıracak bir özellik taşımalıdır. Bu nedenle İsrailoğulları’nın bu yeni strateji arayışları doğaldır, büyük emperyalist emelleri olan her devletin başvuracağı bir yoldur.
Peki, nasıl bir strateji ortaya konulmalı ki İsrail hem Ortadoğu’da bir savaşın dışında kalsın, hem de hedeflerine ulaşabilsin?
Tarih bize bu konuda da önemli ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarını açığa çıkarmak ve birleştirip bir sonuca ulaşabilmek için bu tarihe yeniden bir bakalım: İsrailoğulları’nın Ortadoğu’daki varlığı ABD ve İngiltere’nin bölgedeki zengin enerji kaynaklarına ulaşabilmek arzusunun bir sonucudur. Bu küresel güçler çıkarlarını koruyabilmek için İsrail eliyle bölgesel kaynakların yanı başına tünemiştir.
Yoksa tarihi tersine çevirerek üç bin yıl önceki İsrailoğullarını Tanrı vaadi topraklara getirmek ve Tanah’ta yazılı olduğu üzere Süleyman mabedini kurmak ve böylece yeni bir kutsal savaş başlatmak, tek başına İsrail’in varlığını açıklayamaz. Çünkü Ortadoğu üç bin yıl öncesi Ortadoğu değildir, Tanrı vaadi topraklarda yaşayanlar da antik çağların yerli kabileleri değildir. Bölgede yeni güç odakları vardır, Rusya, Hindistan ve Çin gibi. Dolayısıyla bu bölgede kışkırtılacak bir savaşın küresel bir savaşa dönüşme riski her zaman vardır. Hazırlıksız, plansız ve programsız, ani bir tepkiyle ateşlenecek bir küresel savaşta da kim kazanır, kim kaybeder, şimdiden kestirilmesi çok zordur.
Öyleyse bu savaşa hazırlanmak şarttır; ekonomi ile, askeri güç ile, iç ve dış politika ile. Hazırlanabilmek için de, olası bir savaşın galibi olarak kendini gören Batı’nın gelecekteki tüm ihtiyaçları, başta enerji olmak üzere, henüz kaynakları tükenmemiş olan coğrafyalardan temin edilmelidir. Bu açıdan bakıldığında, İsrail’in neden Uganda’da değil de Filistin’de, neden Arjantin’de değil de Orta Doğu’da kurulmuş olduğu da anlaşılmaktadır; enerji, geleceğin günlük ihtiyaçları değil, Batı’nın gelecekte ihtiyaç duyduğu enerjiyi şimdiden karşılamak. İsrail’in varlığı ABD ve İngiltere’yi bu enerji kaynaklarının kontrolüne ve yönetimine yakınlaştırmaktadır. Dolayısıyla İsrail için izlenecek yeni yol haritasında bu enerji kaynaklarının kullanımına ortak olmak, yönetmek ve kaynakları ele geçirmek düşüncesi ulaşılması gereken ilk hedefler arasında sayılmalıdır. Etik değerler, inanç değerleri, Tanrı’nın Sina Dağı’nda Musa’ya verdiği ‘öldürmeyeceksin’ düsturu dahi küresel çıkarlar söz konusu olduğunda yok sayılmakta ve İsrail bu düşüncesini işte bu planda açıkça ortaya koymaktadır. Kutsal coğrafyanın enerji kaynaklarını ele geçirebilmek ilk hedefidir İsrail’in.
Peki İsrail bu sözde kutsal satranç oyununda hangi taşlarla oynayacaktır, hangi taşları dikkate alarak hamle yapacaktır? Öyle ya İsrail öyle bir strateji izlemelidir ki hem enerjiyi ele geçirsin, yönetsin hem de bölge ülkelerini kendisine tehdit olmaktan çıkarabilisin! Bu soru da aydınlatılmalıdır. Bunu yapabilmek için de İsrail’in kendi varlığı ve bekasına karşı neyi tehdit olarak gördüğü ortaya konulmalıdır ki, buna karşı geliştirilecek stratejilerin de şifreleri çözülebilsin. Bu noktada yine Yahudi tarihine dönmemiz gerekecektir, eğer tarih bir tekerrür ise, Yahudi tarihinde geçmiş olaylar bize bir ışık tutabilecektir. Ders almak için bu tarihe geri dönelim ve yaşanılanları bir hatırlayalım…
Tevrat’ta geçen Tanrı vaadi topraklar, MS. 70’te, Roma işgalinden sonra Bizans yani Doğu Roma’nın egemenliği altına girdi. Ardından, MS.636’da, Müslümanların eline geçti ve Emevi- Abbasi dönemi başladı. Nihayetinde 1. Haçlı seferleri sonunda Kudüs Haçlıların eline geçti(1099) ve Haçlılar Müslümanları olduğu gibi, Yahudileri de kırdı geçirdi. Bilindiği üzere Haçlı Seferleri, 1071 Malazgirt savaşı sonunda Anadolu’da yenilen Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans’ın Avrupa topraklarına geri çekilip, yeni güçler toplayarak Anadolu’ya ve kutsal topraklara yaptığı seferlerin adıdır. 1905-1270 yılları arasında kesintili olarak 175 yıl sürmüş olup, tam sekiz kez Haçlı orduları Anadolu ve kutsal topraklara saldırmıştır.
Haçlı’nın üç temel amacı vardı; Anadolu’yu ele geçirip Türk varlığına son vermek, kutsal toprakları, başta Kudüs, ele geçirmek ve Orta Doğu’daki Müslüman coğrafyanın ekonomik kaynaklarına el koymak. 2001’de ABD Başkanı Bush’un ve 2004’te de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, bugünkü Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar için ‘Haçlı Seferi’ ifadesini kullanmış olmaları, dikkatimizi bu seferlere çekmek için yeterli bir gerekçedir.
Bugün Orta Doğu’ya baktığımızda ne görülmektedir; kutsalların merkezi Kudüs İsrail’in işgali altındadır ve ‘de facto’ olarak başkent ilan edilmiştir. Lübnan, Suriye ve Ürdün’ün bir kısım toprakları da yine İsrail’in işgali altındadır. Libya ve Irak’ın enerji kaynaklarının yönetimleri Batı’nın eline geçmiş ve bu kaynakların ele geçirilmesi için siyasi ve askeri operasyonlar hala devam etmektedir. Tüm bunlar gözönüne alındığında, bin yıl öncesi hedefine ulaşamayan Haçlı’nın karşısında artık tek engel kalmıştır; o da, Anadolu ve Anadolu’daki Türk varlığı. Burada nokta koyup yeniden İsrail’e dönelim…
Birinci Haçlı seferi sonunda el değiştiren Kudüs, ‘cihad’ mantığı ile yapılan bir savaş sonucu yeniden Müslümanların eline geçmiştir. 1187 yılında, Selahaddin Eyyubi Hittin Savaşı sonunda Kudüs’ü Haçlıların elinden geri almış ve nihayetinde, 1517’de, Yavuz Sultan Selim Tanrı vaadi toprakları Osmanlı topraklarına dahil etmiştir. 400 yüz yıl Osmanlı idaresinde kalan Kudüs, Birinci Dünya Harbi’nde İngilizlerin eline ve oradan da İsrailoğullarının eline.
Bu tarihsel süreç içerisinde yaşanan Hıttın savaşı, İsrailoğullarına korku salan en önemli savaşlardan biridir. Çünkü Müslümanların cihad çağrısı ile bölgedeki Müslüman olmayan unsurlara karşı topyekün savaşması ve yenmesi, İsrailoğulları’nın bilinç altında ‘topyekun imha’ korkusu yaratmıştır. Dolayısıyla günümüzdeki İsrail, ABD ve İngiltere nasıl bir yol izlerse izlesin, kendi varlığı ve bekası için yeni bir strateji hazırlarken, doğal olarak bu ‘Hıttın Korkusu’nu dikkate alacak ve buna karşı yeni savunma ve saldırı mekanizmaları geliştirilecektir.
Yine günümüzdeki İsrail Devleti’ne karşı topyekun imha ancak iki şekilde olasıdır; biri nükleer silah kullanımı, diğeri ise bu coğrafyadaki tüm Müslüman ülkelerin birleşerek İsrail’e karşı topyekun imha harekatına girişmesidir, yoksa mevzi savaşlarla İsrail’i yok etmek mümkün değildir.
Bu analiz ışığında, yeni İsrail stratejisinin bu iki temel tehdidi, nükleer silah ve cihad, etkisiz hale getirecek bir yol izlemesi gerekir ki varlığını koruyabilsin. Bu da bize İsrail siyasetinin geleceği konunda ipuçları vermektedir; nükleer güce sahip olmak ve bölge coğrafyasında nükleer silah potansiyeline sahip diğer ülkeleri vurmak, ayrıca Müslümanların cihad mantığı ile birleşmelerini engellemek için etnik-dinsel temelde bu ülkeleri ayrıştırıp parçalamak.
İşte Ortadoğu’da yaşananlar, Libya, Mısır, Irak ve Suriye’de yaşananların ardındaki gerçek budur, bu gerçeği gizleyen taşın altında da İsrail vardır; nükleer silah tehdidi olarak gördüğü İran’ı vurmak ve kendisine tehdit gördüğü Müslüman ülkeleri, başta Libya, Mısır, Suriye ve Irak’ı etnik ve dinsel temelde ayrıştırıp, çatıştırıp parçalamak!
Türkiye’ye gelince, İsrail için tehdit değil aksine Erdoğan siyaseti eliyle yapılanlara bakıldığında, en güçlü İsrail müttefiki olduğu görülecektir. Çünkü İsrail’in bu siyaseti ve stratejisi apaçık ortada iken, Türkiye’deki Erdoğan siyaseti on yıldır sürdürdüğü etnik-dini ayrıştırma ve on yıldır sürdürdüğü Irak, Libya, Suriye ve İran politikasıyla İsrail’e hizmet etmektedir. Bu da bize 2004 yılında Erdoğan’a verilen Yahudi Üstün Cesaret Madalyası’nın neden verilmiş olduğunu, yine aynı yıl başbakanlık konutunda neden Yedi Kollu Şamdan’ın başköşeye konulmuş olduğunu apaçık göstermektedir.
Erdal SARIZEYBEK - 28 Kasım 2012 - İlk Kurşun
http://www.dunya48.com