THE WOLRD

11-11-11
Friday, 22.11.24, 01:14
Welcome Guest | RSS
Live Silver Price

Live Brent Oil Pri

Site menu

Section categories
Covid 19 [1]
USA and Canada [266]
Deutschland [218]
Europe [53]
China [23]
Russia [85]
Türkiye [455]
Caucasus [1]
Kazakhstan [98]
Turkic World [66]
Muslım World [37]
Iran [36]
Syria [14]
Israel [18]
Asia [12]
India [12]
Military [4]
Africa [7]
Latin America [10]
History of the World [16]
Editorial [23]
Books [4]

Chat Box

Our poll
Rate the site
Total of answers: 73


13:31
Atatürk’ün Son Sözü




Ataturk-Basogretmen






Atatürk’ün Son Sözü



Atatürk ölüm döşeğindeydi, üç gün komada kalmıştı. Kendine geldi, "Arkadaşlar selam, dil çalışmalarını sakın gevşetmeyin.” dedi ve kendinden geçti.

İNGİLİZCE’NİN MENŞEİ


1066’da İngiltere, Fransa’dan gelen Normanların istilasına uğradığında, oradaki yerliler ormanlarda sırık ve otlardan yapılmış kulübelerde oturuyorlardı. Yerli halkın kökeni Keltlerle Viking ve Cermen soyundan Engel ve Sakson karışımı idi.

Tabii bu İngiltere dediğimiz bölge, Britanya adasının güneydoğusunda, onun küçük bir kısmını oluşturuyordu. Bu bölge, ilkel şartlarda yaşayan yerlilerle doluydu ki, yolları bile, 100 sene önce Romalıların yaptırdığı yollardı.

Roma’nın eyaleti oldukları birkaç yüzyıl içinde İngilizler tam Latinleşmemiş, ama dillerine büyük ölçüde Latince karışmıştı. Norman istilasından az önce, üst tabaka Fransızca konuşmaya merak sarmış, bazı krallarını Normanlar tayin eder olmuştu. Norman istilasından sonra yapı tamamen değişti. Dil bu sefer iyice Fransızca ile karıştı.

Sonuç olarak, bugünkü haline 4, 5 yüzyıl önce gelmeye başlayan İngilizce, 5 kadar dilin kuralsız karışımından oluşmuştur. Bu yüzden İngilizce’nin temel yapısı diyebileceğimiz ana kuralları mevcut değildir.

İLERLEYEN TEKNİKBİLİM KARŞISINDA İNGİLİZCE’NİN DURUMU


İngilizce’de, belli kurallara göre yeni terim türetme yeteneği hemen hemen yoktur. İngilizce’ye Latince’nin büyük ölçüde tesirli olması, İngilizce için bir nimettir. Kendilerini Roma-Yunan medeniyetinin vârisi olarak gören İngilizler, Latince’yi büyük bir içtenlikle kullanmış ve gelişen teknikbilimdeki birçok kavrama karşılık olan kelimeyi Latince’den türetmiştir. Bunda, İngilizce’nin kelime türetme yeteneğinin olmamasının etkili olduğunu da tekrar hatırlatmalıyız.

ABD’de 1960’lara kadar Latince ve eski Yunanca zorunlu dersler olarak okutuluyordu ancak; bunun ABD’de toplumu çöküşe götürdüğü görülünce Latince ve Yunanca dersleri kaldırıldı. Halk ne Yunanca’yı ne Latince’yi ne de zaten karışık kuralsız bir dil olan İngilizce’yi tam olarak öğrenebiliyordu. New-York Times gazetesi araştırma makalesine göre, Amerikan liselerini bitiren Amerikalı gençlerin %60’ı dosdoğru okuma, yazma bilmemektedirler.

Latince kaldırılınca, bilim ve teknikte ilerleyen Amerika, yeni teknik terimler oluşturma sıkıntısı içine düştü. Bu durumda, birkaç kelimenin ilk harfini alıp yeni sözcükler icat etmeye başladılar. Mesela, bilgisayardaki ‘anabellek’e RAM diyorlar. (Random Access Memory).

TÜRKÇE

İngilizce’nin 500-600 senelik bir geçmişi olmasına karşılık Türkçe, Çince gibi dillerin 10.000 seneye varan bir geçmişi vardır. Türkçe’nin temel yapısı diyebileceğimiz ana kuralları vardır.(Küçük ünlü uyumu, Büyük ünlü uyumu, hecelerin oluşumu vb). Bu kurallar yapılarını hala korumaktadırlar. Türkçe’nin matematiksel bir yapısı vardır. Her şey bir kurala dayanır, her şeyin bir izahı vardır. Kelime türetme yeteneği de sonsuzdur. Mesela bellek kelimesi, bellemek fiilinin, fiilden isim yapma eklerinden biri olan –k ekini almasıyla oluşmuş şeklidir.

Hiç bilmeyen, cahil bir Türk’e bellek deseniz, bellemekle, hafızayla ilgili bir laf ettiğinizi en azından tahmin eder. Halbuki, cahil bir Amerikalıya veya İngiliz’e RAM deseniz, koyunun erkeğinden bahsediyorsunuz zanneder.

Baş harflerden oluşturulan böyle kelimelere akronim denir. Dilbilimcilere göre, bir dilde akronim kelime ne kadar fazla ise, o dilin gücü o kadar azdır. Güçlü dillerde, böyle meydana getirilen harf topluluğuna kısaltma denir; Türkçe’de olduğu gibi.

Türkçe’de yeni kavramlara karşılıklar, dilin özellikleri iyi öğrenilmişse kolayca bulunur. Tabii, dilini, bilimiyle, fenniyle, edebiyatıyla iyi öğrenmek, onu iyice bilmek, onun eşsiz yetenek ve inceliklerine âşık olmak bahtiyarlığına ermek içinse, her konuda eğitimi Türkçe olarak görmüş olmak gerekir. En az bir tane başka dili öğrenmenin hem bilim için hem karşılaştırma sonucu kendi dilini de daha iyi idrak etmek açısından faydası vardır. Her düzgün ülkede dil, mesleğine yardımcı olacak kadar, ayrıca yabancı dil derslerinde öğrenilir. Eğitim dili resmi dil veya anadilden olmazsa, o kişi değil Türkçe kelimelerden terimler türetmek, konuşurken, yazarken aklına mevcut Türkçe sözcükler bile gelmez, hâlâ tam anlamadığı yarım yamalak İngilizce laflar söyleyiverir. Hele bir de öyle garip bir eğitim düzeni içine sokulan aşağılık duygusunu önleyememişse, telafi kabilinden, bu çirkin İngilizce lafları kullanmakla da böbürlenir. İşte yabancı dille eğitim tuzağının sonunda, bir nesil içinde, güvercin İngilizce’si (Anglomanlıca), yani 250 kelimelik Tarzanca dil ortaya çıkar.

İNGİLTERE-İRLANDA HAKKINDA KISA BİR ÖYKÜ

15. yüzyıldan itibaren İngilizler, defalarca Erin’e tecavüz ettiler. Sonunda İrlanda’yı kendi eyaletleri yaptılar. İlk işlerinden biri şâir sınıfını toplayıp katletmek oldu. Daha sonra bütün coğrafi isimleri Gaelik dilinden İngilizce’ye çevirdiler.(Bknz:Brian FRIEL, Tercümeler). Bütün bu uğraşlarına rağmen İngilizler, 1890’a gelindiğinde İrlandalıları bir türlü kendi kimliklerinden, kültürlerinden, bağımsızlık özlemlerinden vazgeçirememişlerdi, isyanlar durmak bilmiyordu. Bunun üzerine İngilizler, Romalılar gibi düşündüler. Bunların Gaelik dilini unutturalım, o zaman iş biter dediler. Derhal bir Millî (!) Eğitim Kurulu oluşturdular. Kurulda, İngiliz sömürge eyalet yöneticileri ve bir de onların İrlandalı yardakçıları vardı. Kurul derhal bir karar aldı: "Gaelik dilinde eğitim, öğretim yapan tüm okullarda (ilk, orta, lise, evrenkent) eğitim dili, bundan sonra İngilizce olacak.” Dediler. O zamana kadar İrlanda halkının %90’dan fazlası Gaelik konuşurken, bir nesil sonra Gaelik bilenlerin sayısı %30’a düştü. Bu %30 da dağdaki çoban, hamal.

Fakat iş bitmedi, ciğeri yananlar, dillerine, şiirlerine, töresine âşık olan birkaç doktor, yazar, çizer, eğitimci bir araya gelip Gaelik Birliği (Konrath na Gaelge) isminde bir dernek kurup, şehrin çeşitli semtlerine Gaelik’i yeniden öğretmek için okullar açtılar. Millet, iş çıkışlarında bu kurslara gidip yeniden anadillerini öğrendiler. Bu bilinçlenme sonucu Bağımsız İrlanda Cumhuriyeti kuruldu ve bu devletin resmi dili Gaelik oldu.

Buna, yüzyılllarca devletsiz, birbirlerinden ayrı, teşkilatsız yaşayan İsrailoğulları’nı da örnek verebiliriz. Yüzyıllarca anadilleri olan İbranice’yi, dolayısıyla kültürlerini korudular ve sonunda devlet kurdular. Bugünkü İsrail’in resmi dili, anadilleri olan İbranice’dir.

MİLLÎ KİMLİK


Millî kimlik, Amerika’nın son yıllarda bize yutturmaya çalıştığı gibi bir ırk meselesi değil, bir gelenek, görenek, kültür, töre ve özellikle bir gönül ve onu, gemiyi yüzdüren su gibi, batmadan üstünde tutan d i l meselesidir. Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin binlerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntıları ile doludur.

ATATÜRK’ÜN SON SÖZÜ

Atatürk ölüm döşeğindeydi, üç gün komada kalmıştı. Kendine geldi, "Arkadaşlar selam, dil çalışmalarını sakın gevşetmeyin.” dedi ve kendinden geçti.

Türkiye’nin üzerine eğildiği bütün meseleleri arasında, dünyanın büyük bir savaşın eşiğinde olduğu bir dönemde, Atatürk’ün son nefesinde bile üzerinde duracağı bu mesele ne idi?

ATATÜRK’ÜN 2. KURTULUŞ SAVAŞI

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra, bu sefer de Türk dilinin yabancı boyunduruktan kurtarılması ve nereden gelirse gelsin, yabancı boyunduruklarından kendini koruyabilmesi tedbirleri işine eğildi. Atatürk, özellikle 1928-1938 arasındaki son 10 yılında, en büyük enerjisini bu işe verdi. Kendi, bir mektubunda yazdığı gibi geceleri dil meseleleriyle uğraşıyor, gündüzleri ise kendi başına, iki, üç saatini bu işe ayırıyordu. Çünkü Türk demek, dil demektir. Türklüğün en temel taşı Türkçe’dir. Türk, Türk’üm diyen ve her şeyden önce Türkçe konuşandır.

Türk dili kalmazsa, Türk dili parçalanırsa Türklük kalır mı?Atatürk bunu kendi sözleriyle defalarca ifade ediyordu:  Türk demek dil demektir. Milliyetin en bariz vasıflarından biri dildir. Türk, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.

Atatürk’ün en meşhur sözlerinden birini, kastî olarak söylenmeyen ilk kısmıyla beraber veriyoruz: Türk demek, Türkçe demektir; Ne mutlu Türk’üm diyene!

2 Eylül 1930’da, kendi el yazısıyla; "Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkelerini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diye yazıyordu.

Atatürk dili, millî kurumların en başta geleni sayıyor, millî duygu, düşünce ve yönelişin, millî benlik ve şuurun millî dile bağlı olduğu üzerinde önemle duruyor, uzun vadeli düşünülürse millî bağımsızlığın, ancak Türk dili var oldukça, dil bağımsız oldukça mümkün olacağı temelinden yürüyordu.

Yine Atatürk 1937’de diyordu ki;

"Kat’î olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin dili ve millî benliği, bütün hayatında hâkim ve esas olacaktır”.

OSMANLICA - ÖZ TÜRKÇE vs.

1055 yıllık İslamî dönemde bazı Arapça ve Farsça kökenli sözcükler veya bunların Türkçe’ye uyarlanmış şeklinin Türkçe halk diline kadar girmiş ve Türkçe’ye mal olmuş olması olağandır. Böyle kelimeleri Kazak, Başkır, Özbek, Karaçay, Çeçen, Uygur Türkleri de kullanıyor. Kelime, laf, tabiat, sohbet de Türkçe’dir; sözcük, söz, doğa, söyleşi de Türkçe’dir.

Dil ve edebiyat üstatlarımız ve kimi duyarlı vatandaşlarımız "kelime mi?” "sözcük mü?” ; "soru mu?”, "sual mi?” gibi tartışmaların içindedir. Halbuki Türkçe’nin karşısındaki asıl tehlike İngilizce’dir

BİR GÖNÜL MESELESİ

İbn-i Sîna, Gazâlî gibi büyük ve batıya bilimi öğretmiş olan gerçek bilim âlimlerine göre gerçek bilim adamı, fenci ise, hekim ise, yalnız bu dış dünya bilimlerine değil, aynı oranda iç âlemin, gönlün de bilimlerinde yetişmiştir.

Batı, bu konuda geri kalmıştır. Gönül gibi kelimelerin Batı dillerinde karşılığı yoktur. Çünkü Batı’da böyle kavramlar hiçbir zaman olmamıştır. Bu kavram, derin ve eski kültürleri olan Asya milletlerinde vardır. Batı, bu eksikliğin acısını bugün bol bol çekiyor. Sanayide ilerlemiş, madden zenginleşmiş olmalarına rağmen batının insanları ve toplumları huzursuzluk, mutsuzluk içindedir.

Türk dilini unutturup, ulusumuzu bozma oyununa kurban gidersek, gençlerimiz yabancı dildeki, harici veya dahili misyoner okullarında eğitilmeye devam ederse gönül gibi sözcüklerle gönlümüz de yok olup gider.

MİSYONER OKULLARI

Atatürk, bilim dilinin Türkçe, tüm derslerin her düzey okulda Türkçe olmasına büyük özen göstermiş, hatta 1934’te oturup bir geometri kitabı yazmış, bugün kullandığımız üçgen gibi kelimeleri kendi türetmiştir.

Atatürk, yabancı dilli misyoner okullarına özenilmesin diye, Türk Eğitim Derneği’ni ve onun özel okulu olan TED Yenişehir Lisesi’ni kurmuştu. Bu okul, yabancı dil öğretimine önem veriyor, ama bu, her akıllı ülkede olduğu gibi, takviyeli yabancı dil derslerinde yapılıyordu. Bütün fen, edebiyat, felsefe vb dersler tam Türkçe idi. İşte bu gaye ile kurulan böyle ve başarılı bir okula İngiliz-Amerikan çengeli 1953’te atılıp, dersler İngilizce’ye çevrildi. Okula Ankara Koleji dendi. O zamana kadar yurtta, böyle bir misyoner tipi Türk okul yoktu. Kolej kelimesi, Robert Kolej gibi, misyoner okulu demekti. Sonra, açılan bu İngiliz deliğinden kova gibi su girdi. Anadolu Liseleri vb aldı başını yürüdü. Millete de yabancı dil öğrenmenin yolu buymuş gibi yutturuldu. Geleceğimizin teminatı Türkçe kalemizde bu deliği açmayı başaran Oxfordlu Mr. Browning’e 20 yıl sonra, İngiliz Kraliçesi madalya verdi. Törene katılanlar, "Ufak bir okulda İngilizce dersi veren garip bir öğretmene, koskoca kraliçe niye madalya verir?” diye sormadılar. Arkasından Orta Doğu Teknik Üniversitesi geldi; toptan Amerikanca. O zamanlar hâlâ bir bahâne gerekiyordu. Dediler ki; Buraya Ortadoğu’dan yabancı öğrenciler gelecek...” yani biz, birkaç yabancı öğrenci için kendi dilimizi feda edeceğiz. Halbuki, herhangi bir yabancı ülkede, öğrencilere eğitim verme fedakarlığı sağlanıyorsa, onların, o ülkenin dilini öğrenmeleri şart koşulur; o ülkenin kültürünü seven taraftarlar oluşturulur.

Yukarıda bahsettiğimiz böyle alıştırmaların ardından, halk iyice uyutulunca, artık bahane bile göstermeksizin, okulların eğitim dili İngilizce yapılmaya başlandı.
Türkçe’yi, dolayısıyla Türk’ün geleceğini satanlar, torunlarının refah içinde yaşayacağını zannetmesinler. Bugün Havai’de aynı sorun vardır. Ülkelerini Amerikan misyonerlere satan asilzâde ve prenseslerin torunları, Havai’de hamallık yapmaktadır.

YABANCI DİL ÖĞRETİMİ

Atatürk, yeni Türkiye’nin her dalda batı uygarlığı düzeyine çıkacak gençlerinin önemli birer araç olarak, yabancı dilleri de iyi öğrenmeleri gerektiği üzerinde durmuştur. Bu öğretim, gelişmiş diğer ülkelerde olduğu gibi olmalıdır. Yabancı dil öğretimi, yabancı dille öğretim olmamalıdır.

Yabancı dil öğretimi; yabancı dille öğretim, yabancı öğretim haline gelmemeli, Türk dilinin yerine geçerek, onu yıkma, eritme, zayıflatma vesilesi olmamalıdır. Yabancı diller, Türklük şuuru ve benliği içinde, teknik ilerlemede bir araç olmalıdır. Türk devlet ve milletine hizmet etmeyecekse,yabancı dil neden öğrenilsin? ABD’nin kendi kültürünü yaymak ve iç düzenini korumak için hazırladığı filmleri, kendi dillerinde izleyip, kültürlerini daha çabuk almak için mi? Yoksa örütbağda dolaşırken, yine bizi her alanda pazar olarak gören Amerikan ve İngiliz kültür ve mallarını pazarlayan reklam yığınlarını daha iyi anlamak için mi?
Birkaç derste eğitim dilinin İngilizce olması, Türk çocuklarının İngilizce’yi daha iyi öğrenmesini sağlamaz mı?

Öyle şey olmaz. Yabancı dil öğrenmenin böyle bir yolu yoktur. Mesela fen veya sadece fiziği ele alalım. Çocuk aynı anda zaten zor olan fiziği mi öğrensin, İngilizce’yi mi? İkisini de öğrenemez, sadece ezberci olur. Kendi dilinde düşünemeyen, her an dolaylı da olsa, kendi dil ve kültürünün değersiz olduğu kendisine telkin edilen çocukta kimlik, benlik, haysiyet duyguları nasıl gelişir? zaten böyle bir şey, birkaç sömürgeyi saymazsak, dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur.

Mesela;

Coelenterates
Coelentares are aquatic animals most of which live in the sea. Their bodies, usually circular and arranged around a central axis, are either vase-shaped (sessile polyps) or inverted as a bowl shape (mobile medusae). Coelentares are characterised by the presence of a digestive cavity with only one opening. This opening serves as both mouth and anus. (High Scholl Biology 1 – Oran (Syf:127), Ahmet ARIK, Rahim POLAT)

Şimdi, anadili İngilizce olmayan bir çocuk, bunu bir okumada nasıl öğrenecek. Okuduğunu Türkçe’ye çevirmeye mi uğraşsın? En iyi, en çabuk, en faydalı öğrenme anadille olur. Yukarıdaki bilgi, neden ama neden Türkçe verilemesin? Türkçe’nin bunu ifade etme gücü yok mu yoksa? Bu, duyarlı her insanın tüylerini diken diken edecek bir durumdur.

YABANCI EĞİTİME RAĞBET

Bir çocuk, bir genç, bir insan, içine sinmeyen, gönlünü okşamayan, kendinin olmayan bir yabancı dil ile, bilgiyi nasıl öğrenir? Öğrenmez, sadece, o da yapabilirse, ezberler.

İkinci Dünya Harbi’nden sonra Ruslar, Orta Asya’da eğitim dili Rusça olan okullar açtılar. Gerçi, Özbekçe, Türkmence gibi çoğu Türk dilinin lehçelerinden olan dillerde eğitim yapan okullar hala vardı ve oradaki Türkler çocuklarını Türkçe eğitim veren okullara gönderiyorlardı; ama Ruslar, her türlü imkanı Rusça eğitim dilli okullara veriyor, Rusça eğitim veren okullardan mezun olanlara büyük iş sahaları tanınıyor, bu okullarda okuyanlar, hatta mezun olmadan iş buluyorlardı. Durum böyle olunca halk, Rusça eğitim veren okullara ilgi göstermeye başladı. Sonunda Türk dilli okullar, ikinci sınıf okul durumuna düşürüldü. Veliler, gençler daha imtiyazlı, itibarlı Rus okullarına özenir oldular.

Bahsedilen stratejiyi, daha sonra özellikle İngilizler, hemen arkasından da, onların tarihi rolünü devralan Amerikalılar uyguladılar. Öyle bir izlenim yaratıldı ki; sanki artık dünyanın dili İngilizce olacak, başka dillere gerek kalmayacak. Bu tasarı, dünya üzerinde en çok, nedense Türkiye’de başarılı oldu. Bunda, en büyük önemin Türkiye’ye verilmiş olmasının önemini de unutmamak gerekir. Çünkü Türkler, birçok imparatorluklar kurmuşlar, 10.000 yıllık köklü, adeta matematiksel bir yapıya sahip, eşsiz bir kendini yenileme gücü olan bir dile, derin bir tarihe, kültüre ve töreye varis olmuşlardır. Önce, özellikle İslam ülkelerinde Osmanlı izlerini silerek, Türk kültürünü oralardan kazıma işine giriştirler, sonra sıra, 1953 yılından itibaren, tarihin, kültürün, millî his ve beraberliğin, törenin üzerinde yaşadığı ortam olan Türk dilinin yok edilmesine geldi. Resmî dili, kâğıt üzerinde Türkçe olan Türkiye’nin eğitim dili tümden İngilizce olmaya başladı; bu okullar hızla yaygınlaştı.

İngilizce eğitim veren okullara çok fazla imkanlar tanındı. Bu kolejlere güzel laboratuarlar açıldı, kaliteli öğretmenler ihraç edildi ve öğrencileri senaryonun bir parçası olarak, okuldan çıkar çıkmaz iş sahibi edildi. Bu misyoner okullarında okuyanların İngiltere, Amerika’ya gitmesi kolaylaştırıldı. Kamuoyu, iç çatışmalar, yoksulluklar, iktisadî bunalımlarla meşgul edilip uyutulurken, yabancıların gelişmesi ve Türkiye’nin eritilmesi faaliyetleri devam etti. İş sıkıntısının baş gösterdiği dönemlerde vatandaşlar, güya evlatlarının geleceğini garanti almak, onlara kolayca iş imkanları sağlamak vb düşüncelerle bu şekildeki yerli ve yabancı misyoner okullarına yöneldiler. Talep artınca bu okullar sınavla öğrenci almaya başladılar. Zeki öğrenci ve ilgili veliler birleşince, dersler İngilizce dahi olsa, öğrencilerin başarısı arttı. Başarı artıyor göründükçe talep arttı, talep arttıkça bu okullardaki giriş sınavları zorlaştırıldı ve maalesef en zekî çocuklarımız bu okullara gider oldu. Öğrencilerin tamamı zekî, velilerin tamamı ilgili olsun, bütün okullar başarılı olur. Buradaki, sözde başarı ne okulun ne de İngilizce’nindir. Başarı bizim gençlerimizin ve maalesef misyonerlerin tuzağınındır; ama asıl başarı İngilizce eğitimdeymiş gibi gösterildi. Böyle okullar arttı. Kendi vatandaşlarımız bile kendi paralarıyla böyle okullar kurarak yabancı misyonerlere hizmet etmeye başladılar. Bol imkanlı, Türk sermayeli, İngilizce eğitim veren özel okullar açıldı. Bu millî değil ticarî olan okulların yöneticileri köyden, şehirden zeki öğrencileri burslu okutup, başarılı gördükleri diğer öğrencilerin okul ücretlerinde de büyük indirimler yaptılar. Yerli İngiliz ve Amerikan yardakçıları sayesinde de, böyle gençleri hemencecik iş sahibi yaptılar. Çoğu Amerikan ve İngiliz olan şirketler, bu okullarda okuyan gençlere burs verdiler... Sonuç olarak ise, zekası misyonerler tarafından bile fark edilen nadide gençlerimiz ve çocuklarımız, okulu il veya ilçe çapında dereceler yaparak bitirirler ve o okullar, bu başarıyı dev bez ilanlarla caddelerde sergilerler. Halka, başarı kendi eğitimlerinin başarısıymış gibi gösterilir; yoksa çocuk sıradan biridir, zeki filan değildir. Bu çocuğun diğer öğrencilerden hiçbir farkı yoktur da, İngilizce eğitim sayesinde, bu çocuk birinci, ikinci olmuştur. Bu bez ilanları okuyan, zaten uyutulmuş vatandaşlarımız da, yiyip içmelerinden keserek artırdıkları paraları bu okullara vererek, zeki, çalışkan, pırıl pırıl çocuklarını misyonerlerin eline teslim ettiler. Halkta, "bizim çocuk zeki, elimizi biraz sıkalım da, çocuğumuzu filanca koleje yazdıralım, çocuğumuz heba olmasın” zihniyeti oluştu ve zekî çocuklarımız, bu okulların başarılı gözükmesine alet edildiler. Bu okullara çocuklarını yazdıranlar, övünerek bundan bahsetmeye başladılar. Veliler ve çocuklar, İngilizce öğretim vesilesiyle, farkına varmaksızın, Türklükleriyle utandırıldıkları için, en azından İngilizce eğitim veren bir okula gittikleri için kendilerini üstün görmeye, diğerlerini de aşağı görmeye dahi başladılar. Bu okullardan aşağılanmış bir şekilde mezun olanlar, aşağılık duygusu içinde ABD’ye gidip orada eğitim görmeye heves ettiler. Artık Türkiye’de İngilizce eğitim veren okullar dahi, onların aşağılık duygularını bastırmaya yetmez olmuştu.

HAZIRLIK SINIFI

İlköğretimi veya liseyi yeni bitirmiş çocuklara soruyoruz, kaçıncı sınıftasınız diye. Hazırlık sınıfındayız diyorlar. "neye hazırlanıyorsunuz?” ...”İngilizce öğreniyoruz.” ... "Başka ne?” ... "Hiiç”

Şaşırmamak elde değil. Bu nice iştir. Bu ülkenin eğitim imkanları fazla mı geliyor ki, böyle fazladan birkaç sene daha okul, öğretmen, öğrenci vakti dolduruluyor? Yüz binlerce öğrenci gidecek okul, evrenkent bulamazken, eğitim imkanlarının %40’ı bu hazırlık sınıfı garabetine ayrılıyor. Dünyanın hiçbir yerinde hazırlık sınıfı diye inanılmaz bir israf, bir saçmalık, daha doğrusu milletine bir ihanet görülmemiştir. Olsa olsa, bir ülkeye yabancı bir öğrenci gelir, oranın tabii olarak eğitim dilini anlamaz, onun için de, orada okula başlamadan önce 6 ay kadar, oranın dil kursuna gidebilir. Tabii bu da bir israf, olağan dışı bir durumdur. Kendi ülkesinde, bir an evvel, kendi dilinden eğitimine başlasa daha iyi olur. Görülüyor ki, Türkiye’de, Türk öğrenci, kendi ülkesinde yabancı durumuna düşürülmüştür. Bu garip durum Türkiye’de İngiliz parmağı ile 1953 yılında başlattırılmıştır. Bir ülkenin eğitim dili, her yerde olduğu gibi, kendi dili olmalı ki, böyle saçmalıklar olmasın, çocuğu, genci, velisi böyle bir hainliğe kurban gitmesin. Ülkenin vakti ve parası hebâ olmasın.

YERLİ VE YABANCI EVRENKENTLER


Türkçe eğitim görmüş, bilime âşık, bilgiye aç bir genç, evrenkenti kazanır, bilim için bu evrenkentin kapısına gelir, ona, "dur!” derler. Önce 1 sene İngilizce hazırlık oku. Nedeni ise şunlarmış: Türkçe bilim dili olamaz, müsait değil; başka ülkelerden yabancı öğrenciler gelecek vb. Oysa, Türkçe’nin bilime ne kadar müsait bir dil olduğunu, aksine İngilizce’nin bilim dili olarak uygun bir dil olmadığını daha önce izah etmiştik. Bir de, Batı dünyası, birbirlerine cennetten arsalar satarken, birbirlerinin kafalarını giyotinlerle uçururken ve hatta daha önceleri, Türk bilim ve gönül adamları, Türkçe ile bilim yapıyorlardı. Ne oldu da, 10.000 yıllık geçmişi olan, batılı bilim adamlarının ilmi öğrendiği Türkçe, bir anda 500 yıllık geçmişi olan, hiçbir doğru düzgün kuralı olmayan, kelime türetme yeteneğinden yoksun, iğrenç bir dile yerini bıraktı?

İngilizce öğretim yapan okullarda okuyup, iyice aşağılık duygusuna kapılan gençlerimiz ve velileri, ABD üniversitelerine heves ettiler. ABD’de bir üniversite olsun da, ne olursa olsun. Gencin yeteneklerine uygun mu? O üniversiteye gitmesinin ülkesine bir faydası olacak mı? Gencin ve velilerin istediği, ABD’de gerçekten bilim öğrenmek midir? Yoksa sadece, Ben ABD’de okudum. Bizim çocuğumuz ABD’de okudu. Demek için mi gönderiliyor çocuklar? Bunlar gibi sorular çok fazladır. ABD’de olsun da önemli değil. Koskoca Amerika’da kötü üniversite olacak değil ya! Halk bu düşüncededir. Üniversite, bilim yapılacak alanın ne olduğu önemli değildir. Vs. genç, Amerika’ya gider, bir profesörün çalışmasına yardım eder, ki bu çalışma Amerika’yla ilgilidir, Türkiye’yle ilgili değil. Gencimiz burada doktora vs alıp yurda döner. Asıl amacı, orada başlattığı çalışmayı devam ettirmektir. İmkan bulamaz, tekrar kaçar. Şimdi burada kim kaybetti? Kim kazandı? Ülkemizde aşağılanarak Türk kültüründen uzaklaştırılıp, yurt dışına, amaçsızca gönderilen çocuklarınızın sonunda düşecekleri boşluk ve kişilik bozukluklarının nelere sebebiyet vereceğini bir düşününüz.

DAHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR

Anadolu Liseleri, Kolejler, yabancı dilde eğitim veren evrenkentler, özel okullar ve dershaneler, hiçbir haysiyetli ülkede rastlanmayan, kaynakları yerli, mahiyetleri yabancı, İngiliz misyoner türü okullardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bırakın da bari misyonerliği, İngilizler, kendi paralarıyla yapsınlar. Bizim kuruluşlarımız, milletimizin kendi kendini tarihten sildirecek bir soykırım harekâtına niye kendi parasını harcıyor? Kamuoyu öyle bir aldatılmıştır ki, herkes, başka bir şey öğrenmemek pahasına da olsa, yalnız ve yalnız bir sokak İngilizce’si öğrenmeyi, kendi dilini, edebiyatını, tarihini, kimliğini bilmemeyi, bir yılışık özenti, bir taklitçilik, bir acenta kafalılık içinde kıvranmayı marifet sayar olmuştur. Onun için de, bu misyoner okullarına sun’i bir rağbet yaratılmıştır. Bazı Türkler de, sırf maddî getirisi için, milletinin geleceğini satmaktan çekinmemişlerdir. Şimdi, öğrencisi velisi, bu ihanet sistemi okullara girebilmek için, İngilizce hazırlık sınıfında dersleri atlamak için, dershanelere gitmektedirler. Koskoca aylar, ana kuralları, bilim temellerini ve düşünmeyi öğrenmek için değil de, sadece giriş sınavını geçmek için harcanmaktadır.

Millî okullarda öğrenim gören öğrenciler ve öğretmenler, en şerefli konumda oldukları halde, aşağılık duygusu içine itilmeye çalışılmaktadır. Aynı şeyi Ruslar, Türk illerinde yapmışlar, Rus okullarına gidenler imtiyazlı, Türk okullarına gidenler aşağılık gösterilmişlerdi. Türkiye’de, gazetelere İngilizce olarak reklam veren yerli işverenlerin gerçek amaçlarının ne olduğu iyi düşünülmelidir.

Anadilini bir kenara atıp, ortaokuldan itibaren dersleri yabancı dilde okumak şeklinde bir yabancı dil öğrenme yöntemi hiçbir aklı başında ülkede yoktur. Bugün dışarıda, özel yöntemlerle, bir yabancı dil birkaç ayda, yoğun kurslarda öğretilebiliyor. İngilizce öğrenmek için, kendi dilini dosdoğru konuşamayan, gitgide yarı Türkçe, yarı İngilizce konuşup, bir de bununla böbürlenen nesiller yetiştirmeye hiç lüzum yoktur.

Türkiye, dahili ve harici bedhahları tarafından, tarihte eşi görülmemiş bir oyuna getirilmiştir. Hiçbir zaman sömürge olmamış, büyük devletler kurmuş bir millete, sömürge eğitimi aşılanmıştır. Bu böyle giderse Türk bilimi şöyle dursun, ne Türk dili, edebiyatı, şuuru ne de Türk milleti kalır. Sadece hamburger, koka kola türünden, ithal malları almak için hamallık ve acentalık eden, dünyada hiçbir hakkı, hukuku ve haysiyeti olmayan, itilip kakılan bir insan güruhu meydana gelir

İNGİLİZCE’NİN GÜNLÜK HAYATIMIZA YAVAŞ YAVAŞ GİRMESİ

İngilizce eğitim veren okulların ve bu okullara giden insanların sayısı arttıkça, İngilizce’nin Türkçe’nin yerini alacağını defalarca ifade ettik. Aşağılık duygusuna kapılan insanlarımız, İngilizce kelimeleri kullanmayı âdet haline getirmeye başladılar. Bazı sözde aydınlarımız da, tam olarak vâkıf olamadıkları konularda, halk kendini anlamasın diye ve de güya kalitesini artırmak için, İngilizce kelimeleri kullanma yolunu seçmişlerdir.

Hepimizin, sık sık duyduğu, artık sokaklara kadar inmiş olan bazı İngilizce kelimelere örnekler çoktur.

Vekiller heyeti, bakanlar kurulu = KABİNE (Batıdaki karşılığı heladır.)
Mebus, millet vekili = PARLAMENTER (Batıdaki karşılığı laf üreten demektir.)
Matbuat, basın-yayın = MEDYA
Muhaberat, iletişim = KOMÜNİKASYON
İçtimaî, toplumsal = SOSYAL
Kanunî, hukukî, yasal = LEGAL
Meclis-i mebusan, millet meclisi, meclis = PARLEMENTO
Mesele, sorun = PROBLEM
Usul, yöntem = METOT
Asgari, en az = MİNİMUM
Seçenek = ALTERNATİF
Faaliyet, etkinlik = AKTİVİTE
Karmaşa = KAOS
Eşgüdüm = KOORDİNASYON
Encümen, kurul = KOMİTE, KOMİSYON
Kurultay = KONGRE
Müdür, yönetmen = DİREKTÖR
Teşkilat, örgüt = ORGANİZASYON

Daha önce, hiç olmazsa imlâlarını, söylenişlerini Türkçe’ye uyarlıyorduk; şimdi aynen İngilizce yazılış ve telaffuzu kullanmakla kendilerine böbürlenme fırsatı çıkaranların sayısı git gide artmaktadır. Mesela, basın yayından bahsederken, medya yazdığınızı gören küçücük bir çocuk bile sizinle dalga geçiyor, çünkü o medya diye değil media diye yazılırmış. İşte, bizim yabancı dille eğitim bu işe yarar, başka bir şeye değil.

YENİDEN KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAYALIM

Dilimizi ve dolayısıyla benliğimizi, Türklüğümüzü korumak ve yok olmamak için yapılacak çok şey var.

Kamuoyu; yabancı dil, sadece, İngilizce öğretimle öğrenilir diye aldatılmıştır. Konunun vahametini kavrayanlar, öğrencilere, velilere, eğitimcilere, halka gerçeği anlatmalıdır. Hazırlık sınıfı diye bir uygulamanın başka hiçbir ülkede olmadığını ve bunun büyük bir israf olduğu anlatılmalıdır.

Konuşurken İngilizce kelimeler kullanmak övünülecek bir şey değil, ayıplanacak bir şey olmalıdır. Böylelerine bu, kibarca izah edilmelidir.
Kalıplaşmış gibi görünen kelimeler yerine, bunların Türkçelerini kullanmanın güzelliği fark edilmeli ve böyle kelimelerin Türkçe’sini kullanırken kesinlikle çekinilmemelidir. Otele konukevi, Üniversiteye evrenkent, internete örütbağ demek gibi.

Türk dünyasının baş sorunu, yabancı dille eğitimdir. Lafları ve giysileri nasıl olursa olsun, millî eğitimi savunmayan herkese karşı dikkatli olunmalıdır.

İngilizce yazılarla ve ABD, İngiliz vb başka ülkelerin bayraklarıyla süslenmiş hiçbir giysi satın alınmamalı, bunun önemli bir beyin yıkama aracı olduğu bilinmeli; işyerlerine İngilizce isimler verilmemeli; duvarlara, araba camlarına İngilizce kelimeler yazılmamalı, bunun bizi küçültecek bir şey olduğu bilinmeli ve bu tür giysileri giyip, İngilizce kelimeler kullananlar da kibarca uyarılmalıdır. Aynı anda da, Türkçe kelimelerle süslenmiş giysilere özenilmesi için girişimde bulunmalıdır.

Abonesi olduğumuz gazete veya dergi gibi basın yayın unsurları, İngilizce sözcükler kullanıyorsa, bu kuruluşları uyarmalı, değişiklik yapmıyorlarsa, abonelik sonlandırılmalıdır.

Halkımız Osmanlıca, Öz Türkçe diye diye oyalanırken İngiliz atını alan, Üsküdar’ı geçti. Halkımız, gece yarısı ilerleyen bu atı fark edecektir. Onun için, on bin yıldır nice badireler atlatan Türk dili ailesi, yine muhakkak kurtarılacaktır. Bu en büyük ve en şerefli kurtuluş savaşı, tüm yurda yayılacak ve o nadir, matematiksel yapısıyla Türkçe, dünyanın bilim dili olacaktır.

İngilizce eğitim nedeniyle, Türkiye’de bilim adamı yetişememektedir. Türkiye, dünyada gerektiği kadar itibar görmeyen bir ülke konumundadır. Halbuki Türkiye, hiç de bu hallere düşmesi gereken bir ülke değildir. Bu perişanlık, Türkiye’nin gerçek şartlarından değil, kendine güven ve onur duygularının yitirilmesine yol açan bazı kafa ve gönül bozukluklarından doğmaktadır. Önünde birçok imkanlar olan Türkiye, yeniden dünyanın merkezi durumuna gelmiştir. 2000’li yıllarda, artık birçok şeyi görmeye başlamış olan halkımız tabandan zorlayacak ve eninde sonunda Türkiye’nin, tarih boyunca olduğu gibi, şimdi de dünya üzerinde hak ettiği yerini alacaktır.

Türk aydınlarına, bilimcisine, hekimine, meslek sahibine ve herhangi bir vatandaşa sesleniyorum. Eğitiminiz, siyasî görüşünüz ne olursa olsun, içinizde vatanseverlik, insanlık kişiliği ve haysiyet duyguları oldukça geliniz, birlik olunuz, derneklerinizle, evrenkentlerinizle, vakıflarınızla veya herhangi bir başka yoldan, toplu sesler çıkarınız. Türk milletinin bekâsı ve geleceği meselesi olan Türk diline sahip çıkınız, İngilizce eğitimin ne büyük bir felakete yol açabileceğinin farkına varınız, masum halkımızı uyandırınız. Türk gençleri artık, matematiği, fiziği, Türk edebiyatını, tarihini, hatta dinini, İngilizlerin kitaplarından öğrenmemelidir. Türk devletinin Türk okullarında, Türk öğretmenin Türk öğrenciyle İngilizce veya başka bir dilde (Yabancı dil dersleri hariç) konuşması gibi haysiyet kırıcı bir ruhsal baskıdan öğretmeni, öğrencisi kurtarılmalıdır.

Ey haysiyetli, vicdanlı, vatansever kardeşlerim! Son iki, üç bin yılda birkaç kere olduğu gibi, bu sefer de Türk’ün dili, kültürü, şerefi ve geleceği kurtarılacaktır.

Türk genci, hem eski, hem yeni Türkçe’yi çok iyi bilecek, her meslekte, her dalda güzel ve sürekli gelişen Türkçe’yi kullanırken, her kelimenin bir bal damlası gibi, tadını ağzında hissedecek, Türkçe’yi dünyanın kardeşlik ve insan sevgisi dili yapacaktır. Selçuklu atalarımız zamanında olduğu gibi, okullarımıza, dünyanın her yerinden yabancı öğrenciler gelecek, Türkçe olarak, yalnız en yeni bilim ve teknikleri değil, insanlığı da öğrenip ülkelerine döneceklerdir.

Her yaştan Türk gençleri, yıllardır üzerimizde oynanan hainlik oyunlarından yılmayınız. Karanlık bir mağarada yakılan bir kibrit, nasıl birden etrafı gösterirse, doğruluk ışığı öylece, bize gerçek ve haysiyet yolunu gösterecektir. Her yeni buluşu, her yeni tekniği insanları ezmek için değil, milletimizin, Türk dünyasının ve insanlığın maddî ve manevî refahı için kullanacağız. Çünkü bize, atalarımızdan ve binlerce yıllık Asya ve sonra üç kıtayı barıştıracak zenginlik ve derinlikteki kültürümüzden koca bir gönül, bir insan anlayışı ve insanlık sevgisi miras kalmıştır.

Bilimci ve üzerinde eğitim verme yükümlülüğü olan herkes, Atatürk’ün şu vasiyetini hiç unutmamalıdırlar: 

"Bakınız arkadaşlar, ben belki çok yaşamam; fakat siz ölene dek, Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir."

Oktay SİNANOĞLU

http://www.dunya48.com

Category: Türkiye | Views: 2367 | Added by: Adnan | Rating: 0.0/0
Total comments: 0
Name *:
Email *:
Code *:
Live Gold Price

Live Wti Oil Price

Calendar
«  November 2012  »
SuMoTuWeThFrSa
    123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930

Search

Log In

Entries archive

Statistics

Total online: 59
Guests: 59
Users: 0

Copyright theworld-11-11-11.com 2024© All rights reserved