Ata ATUN
Müzakereler sürecinde yeni bir bölüme girmek üzereyiz.
Buna "Olağan Dışı Süreç” de denilebilir.
BM ilk kez "Müzakereler devam etsin mi, etmesin mi” kararı aşamasında.
Kıbrıs sorunu ile ilgili tüm taraflar için zor bir karar olacak bu.
Şimdi BM Genel Sekreterinin aylar önce çizdiği ve açıkladığı bir süreç var.
BMGS’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’in Mart ayı sonunda vereceği rapor her halükarda Kıbrıs Müzakerelerinin kaderini belirleyecek.
Rapor olumlu ise "Çok taraflı Toplantı” yapılacak.
Rapor olumsuz ise "Çok taraflı Toplantı” yapılmayacak.
Ama her iki koşulda da BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un taraflara gönderdiği mektuba göre "1 Temmuz”dan sonrası yok.
Rumlar 1 Temmuz sonrasında müzakerelerin devam etmesi için çırpınıyorlar adeta. Her tür diplomatik düzenbazlığı yapıp, her kapıyı çalıyorlar. Hem "Çok Taraflı Toplantı” yapılmasın konusunda ısrar ediyorler, hem de "1Temmuz”dan sonra müzakereler devam etsin istiyorlar.
Yani süreci kendi çıkar doğrultularına, ucu açık, bir 44 yıl daha devam edecek bir sürece sokmak istiyorlar. Ta ki kendi istedikleri sonucu alacak uluslararası koşullar oluşuncaya dek.
Bunun için de "Toprak ve Harita” konusunu masaya koymaya ve süreci uzatmak için de koz olarak kullanmaya niyetliler.
"Vatandaşlık, Mülkiyet ve Yürütmenin Seçimi” konularını ise kasten uzatarak süreci sulandırmaya çalışıyor Rumlar. Siyasi irade gösterseler veya da akıllarında çözüm olsa, bu başlıklar Mart ayının ortasına kadar rahatça çözülebilir.
Ama böyle bir niyetleri yok. Olmadığı da kesin.
Geçmiş, Rumların uluslararası kazanımları ile dolu, Avrupalı ve Rus dostları sayesinde.
2004 yılında adadaki çözümü Rumların reddetmesine rağmen AB üyesi yapılmaları Avrupalı ağababaları sayesinde oldu.
Kıbrıs’ta bir çözüm olmamasına rağmen şimdi de Rumların 1 Temmuz 2012′den itibaren AB dönem başkanlığı görevini üstlenmeleri gene aynı ağababaların marifeti.
Aynı hata arka arkaya tekrarlanıyor.
Adada BM’nin uzun yılların deneyiminden sonra hazırlamayı başardığı ve Avrupa Birliği’nin canı gönülden desteklediği Kıbrıs Çözüm Planına "Hayır” demelerine rağmen Avrupa Birliği’ne üye olunabiliyorsa, Kıbrıs’ta çözüme gidip Ortak bir Devlet kurulmadan Rumlar AB Dönem Başkanlığı görevini üstlenebiliyorsa ve de bir kısmı Kıbrıslı Türklere de ait olduğu herkesçe kabul edilen denizdeki petrol ve doğalgaz Kıbrıslı Türklerin rızası alınmadan çıkarılıp elde edilebiliyorsa, mantıken Kıbrıs’lı Rumların adada kalıcı bir çözüm istemelerine gerek kalmıyor.
1 Temmuz 2012’de AB’nin Dönem başkanlığını devralacak olan Kıbrıs Rum Yönetiminin temelini oluşturan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anlaşmalarının yarısından fazlasının bu gün uygulanmamasına ve Rumların da bu cumhuriyeti temsil eden bir hükümete sahip olmamalarına rağmen ortada bir garipliğin olduğunu fark etmeyen AB, konu Kıbrıslı Türklerin haklarıyla ilgili olunca aniden adadaki durumun normal olmadığını hatırlamakta ve "adada normal bir durum olmadığından AB hukuku Kuzey’de askıdadır ve Kıbrıslı Türklere pek çok hak verilemez” diyerek hem taraf tuttuğunu ortaya koymakta hem de AB’nin köklü bir Hristiyan kulübü olduğunu açıkça gözler önüne sermekte.
Kıbrıslı Türkler için önemli olan 1 Temmuz sorası.
Türkiye için de 1 Temmuz bir "Milat” oluşturmakta.
Türkiye-AB ilişkileri bu tarihte farklı bir kulvara girerken, ister istemez Kıbrıs sorunu da farklı bir kulvara girecek. Belki de kabuk değiştirecek, kimlik değiştirecek ve yeni bir yüze bürünecek. Gerek Kıbrıs’taki, gerekse de Orta Doğu’daki gelişmeler bunun sinyalini şimdiden vermekte.