Çözülen Devlet ve Çürüyen Toplum!
Özgür Suriye Ordusu’nun Kosova’daki bir ABD kampında eğitildiğine ilişkin haberler çıkmıştı basında.
Tek başına bu durum bile, Kosova’nın bağımsız bir devlet değil uydu devlet, eş başkanın deyimiyle "butik devlet” olduğunun kanıtıydı. Korktuğumuz başımıza geldi. Aydınlık Gazetesi’nin ortaya çıkardığı, birkaç gazetenin de alıntı yaptığı habere göre; İstanbul’daki SADAT adlı bir şirket, Suriyeli çetelere silahlı eğitim veriyor. Şirketin, bizzat internet sitesinden duyurduğu faaliyetleri arasında sabotaj, suikast, eğitimleri de var.
SADAT kurucu ve yöneticileri arasında bir başçavuş var ki, orduda SAT komandosu olarak görev yaptığı dönemde, birçok kez ABD’ye izinsiz gittiği saptanmış, bu yüzden tutuklanmış. Sonra da kendi isteğiyle emekli olmuş.
Dahası, SADAT yöneticileri, ki tamamının iktidar yanlısı, bir de anayasa metni hazırlamışlar. Önerileri arasında Türklüğün, laikliğin, değişmez ilkelerin anayasadan çıkarılması var. Anayasaya özerklik ilkesinin konulmasını istiyorlar.
Durum böyle. Biraz garip ama. Birkaçını sıralayalım:
1- Terör ve sabotaj eğitimi veren yasal bir şirket olabilir mi?
2- Bir başka devletin bağımsızlığına, bütünlüğüne ve egemenliğine kasteden çetelere eğitim vermek, yardımcı olmak suç değil midir?
3- Bu durum, Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileri gözetmediğinin, bir komşu devletin içişlerine müdahale ettiğinin, ona saldıranlara yardımcı olduğunun kanıtı değil midir?
4- Ve yine bu durum, mütekabiliyet yani karşılıklılık ilkesi gereği, Suriye’ye, Türkiye’ye karşı düşmanca eylem yapanları destekleme hakkı vermez mi?
5- SADAT kadrosunun anayasa önerileri BDP ile tam olarak örtüştüğüne göre, acaba iktidarın Oslo müzakereleriyle ortaya çıkan anayasası, neye işaret ediyor?
6- Türk ordusunda general, albay, yarbay rütbesini almış bu kişilerin, anayasada Türklüğe karşı çıkmaları, özerkliği savunmaları, anayasayla, TSK personelinin görev ve yetkileriyle örtüşüyor mu? Türklüğe karşı olan, özerkliği savunan bu insanların, bırakın asker olarak görevlerini yapmalarını, yurttaş olarak ülkemizi savunmaları mümkün mü?
Siyasi ve hukuki soruları çoğaltabiliriz. Ama biz saptamalarımıza geçelim.
Bu durum, yaşanılan çürümenin toplumsal, ahlaki boyutta nerelere ulaştığının kanıtıdır. İstisnasız tüm kurumlarda egemen olduğunun göstergesidir. Ve İslam dininin siyasetini ve ticaretini yapan aracı kurumların, bu ticaretten beslenen kişilerin, emperyalizmin uşağı, ulağı, uzantısı, beslemesi, işbirlikçisi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. "Vatan, millet, din, ezan” diyerek, gerçekte vatan, millet ve din düşmanlığı yapanların, gerçek yüzlerini maskelemek, perdelemek, gizlemek, saklamak için, "İslamcı”, "Şeriatçı” pozlar verdiğinin resmidir. Arap parasıyla, ABD emriyle Suriye’yi bölmeye, Müslüman kanı akıtmaya yardım ve yataklık etmenin, ne dinle, ne imanla, ne insanlıkla, ne ahlakla, ne de vicdanla açıklanabilir tarafı yoktur.
Bu işin bir boyutudur. Gelelim diğer boyutuna…
Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde, terör örgütü militanlarının cenazesi geçerken, hem de askeri lojmanın balkonundan ve hem de Mehmetçik tarafından ay yıldızlı bayrağın indirilmesi, devletin egemenliğine, bağımsızlığına, bütünlüğüne ilişkin soru işaretlerini artırmışken, İzmir’in kurtuluşu törenlerinde geleneksel olan bayrak çekme töreninin iptali (gelen tepkiler üzerine geri adım atıldı), durumu daha da vahim hale getirmiştir. Acı ama gerçek olan manzara şudur: Kanla, irfanla kurduğumuz, uğruna hergün şehit verdiğimiz, çoğumuzun da canımızdan çok sevdiğimiz vatanımız gözümüzün önünde bölünmektedir. Bu yönde politik, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik olarak hayli mesafe alınmıştır maalesef. Şimdi sıra işin hukuki ve idari bölümüne, yani ad koyma aşamasına gelmiştir. Yenilenmiş ana muhalefetin de dilinden düşmeyen "akil adamlar” da bunun içindir, Oslo müzakereleri de bunun için yapılmıştır, yeni anayasa da bunun için yazılmaktadır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın askeri olmadığı müseccel olan Erkânı Harbiye Umum Reisi, sanki bayram varmış gibi, muhatabıyla hediyeleşedursun, Türkiye büyük bir savunma ve güvenlik zaafı yaşamaktadır.
Hükümet, dağdaki eşkıya ile mücadelede zaaf gösterdikçe, onların Türkiye’deki ve yurt dışındaki temsilcileri ile müzakere yürütmektedir. Oslo görüşmelerinin devamı başlamak üzeredir. İmralı’daki bebek katili ile özel yatlarda bu amaçla görüşülmüştür. Leyla Zana bu nedenle eş başkan tarafından ağırlanmıştır. Eş başkanın ağlayan ve ağlamayan yardımcıları, bu yüzden BDP yöneticileriyle muhabbetlerini ilerletmişlerdir. Reisicumhurun birkaç yıl önce, "Güzel şeyler olacak”, "Biz çözmezsek başkaları çözer” demesi bunun içindir. Yenilenmiş ve aklaşmış ana muhalefet bu nedenle, adı Sosyalist Enternasyonal olan ama gerçekte emperyalist merkezlerin yan kuruluşu olarak çalışan örgütün, "Kürt meselesini Filistin meselesine” benzetmesine alkış tutmuştur. Çünkü ona da bu görev verilmiştir. TBMM’de 1 Mart tezkeresi geçmediği zaman, büyükelçi olarak bulunduğu ABD’de, tanıdığı politikacılardan TBMM’nin tutumu nedeniyle özür dileyen bir adamın dış politika kurmayı olduğu bir partiden başka türlü davranması da beklenemez zaten.
Emperyalizm destekli terör örgütü, iktidarın ve muhalefetin aczini başarıyla kullanmaktadır. İktidardaki ve ana muhalefetteki Hüseyin’lerin teröre ilişkin çözüm önerileri de büyük ölçüde örtüşmektedir. Birinin DYP, ötekinin EMEP kökenli olmasının önemi yoktur. İkisi de meseleye etnik, dinsel, mezhepsel bakmaktadırlar. Tek fark birinin Sünnicilik diğerinin Alevicilik yapmasıdır. Birinin Said-i Nursi, diğerinin Seyit Rıza demesidir. İkisinin de sözlüğünde emek, sömürü, sınıfsallık, toprak reformu, kamuculuk, halkçılık, devletçilik, bütüncül kalkınma, emperyalizm kavramları yoktur. Olmadığı için de Türkiye, gerçeklerle yüzleşememektedir. Terör örgütü de siyasal gücünü Türkiye’nin gerçeklerle yüzleşememesinden ve emperyalizmden, müzakere masasındaki gücünü yaptığı eylemlerden almaktadır. Dağda ve şehirde eylem yaptıkça, müzakere masasına daha rahat, daha özgüvenle oturmakta, siyasetteki temsilcileriyle otobanda adeta güç gösterisi yaparak kucaklaşmaktadır.
Belli ki, Türk bayrağının, Atatürk fotoğrafının olmadığı seyyar mahkemeler eşliğinde gerçekleşen Habur açılımını halkımız unutmuştur.
"Size güçlük çıkaran kamu görevlilerini bize bildirin, gereğini yapalım. Büyük şehirlerde bombaları nereye sakladığınızı biliyoruz, göz yumuyoruz. Anayasa konusunda yüzde 95 hemfikiriz”
sözlerinin verildiği Oslo pazarlıklarını umursamamıştır.
Şehit cenazelerinden sonra politikacıların ettiği beylik ve bildik laflardan da bıkmamıştır. ABD’den izin almadan hareket edemeyeceğini söyleyen Erkânı Harbiye Umum Reisi’nin, Afyon’daki patlama sonrasında şehit düşenler için söylediği sözlere de itirazı yoktur.
Sonuç: Ünlü sözdür; Her millet layık olduğu iktidarlar tarafından yönetilir. Yani milletimiz de hakettiğini yaşamaktadır.
Barış DOSTER - 10 Eylül 2012 - - İlk Kurşun
http://www.dunya48.com