Home » 2013»May»30 » SURİYE KRİZİ VE CENEVRE-2 ÜZERİNDEKİ BULUTLAR
21:59
SURİYE KRİZİ VE CENEVRE-2 ÜZERİNDEKİ BULUTLAR
Suriye krizi ve Cenevre-2 üzerindeki bulutlar
Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Elimde, Lübnan doğumlu Amin Maalouf’un "Doğu’dan Uzakta” isimli romanı (Çev. Ali Berktay, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Kasım 2012, 457 sayfa) var… Okuyorum, henüz bitirmedim. Romanda yer yer dolaylı olarak Lübnan iç savaşına değiniliyor… Lübnan iç savaşı sırasında üniversite öğrencisi olan bir grup genç arasındaki arkadaşlık, bugün ile ilişkilendirilerek, ele alınıyor…
Okurken; aklıma, bir taraftan Lübnan’ın yeniden o kara günlere dönüp dönmeyeceği, Suriye’nin bugünkü tablosunun Lübnan’daki o kara günlere benzediği ve Suriye’deki tablonun Ürdün’e veya Türkiye’ye sıçrayıp sıçramayacağı; diğer taraftan da Suriye krizindeki son durum ve önümüzdeki Haziran (2013) ayında Cenevre’de yapılacağı konuşulan uluslararası toplantı geliyor…
Haritada, Doğu Akdeniz kıyısında, kuzeydeki Türkiye-Suriye sınırından, güneydeki Lübnan-İsrail sınırına kadar uzanan sahil şeridine bakıldığında dikkati çeken bir görüntü vardır. Bu kıyı şeridi, adeta tam ortasından, Suriye ile Lübnan arasında ikiye bölünmüş gibidir. Kıyı şeridinin bu iki parçasından kuzeyde olanı Suriye kıyılarını, güneyde olanı da Lübnan kıyılarını teşkil eder. Ancak Lübnan güneyde dar bir sahil bandı ile sınırlı küçük bir ülke iken, kuzeyde Suriye sahil bandının gerisine doğru yayılan ve derinliği olan geniş bir ülkeye sahiptir. Güneydeki sahil bandında yer alan Lübnan, arkada yer alan güney ve güneybatı Suriye’nin Doğu Akdeniz’e açılımının önünde yer alır, bir başka deyişle önünü kapatır. Bu görüntü, tarihsel ve sosyal nedenlerden ayrı ve bunlara ilave olarak, hem Suriye-Lübnan ilişkisine ayrı bir boyut katar, hem de Suriye’nin Lübnan’a bakışını etkiler.
Bunu, Suriye Krizinin geleceği ve çözüm sürecine ilişkin öneriler bağlamında ve her koşulda oldukça anlamlı bir husus olarak bir kenara yazmakta yarar görülmektedir.
Suriye’deki iç çatışmada kimyasal silah kullanıldığı konusunda, bugün artık bir şüphe bulunmamaktadır. Kimyasal silahın Şam Yönetimi tarafından mı, yoksa muhalifler tarafından mı kullanıldığının da yine bugün artık bir önemi kalmamıştır. Çünkü iki tarafın da bu silahları kullandığına dair iddialar vardır. En son Fransa’nın yeni başlatacağı soruşturmadan da farklı bir sonuç çıkması beklenmemektedir. Çünkü her iki tarafın da, kendi lehlerine üçüncü kişileri etkilemek için, bu işi istismar ettikleri kanaati hasıl olmuştur. Ancak eş zamanlı olduğu için, Ürdün, Katar, Tunus, Birleşik Arap Emirlikleri ve özellikle Suudi Arabistan’da kendisini gösteren SARS -Severe Acute Respiratory Syndrome/Ağır Akut Solunum Yolu Yetersizliği Sendromu- vakaları dikkati çekmektedir. Suudi Arabistan’da, resmi olarak daha yeni, beş SARS vakası görüldüğü, vaka sayısının 30’u aştığı ve bu vakalarda hayatını kaybeden insanların sayısının 20 dolaylarında olduğu açıklanmıştır. Bu durum karşısında ister istemez, bir taraftan Suriye’yi aşan ve bölgeye yayılan bir kimyasal silah kullanımı algısına, diğer taraftan da bu vakların -görüldüğü ülkelerin Suriye krizine ilişkin pozisyonlarından hareketle- Şam Yönetimi (İran ve Çin) ile ilişkili olabileceği algısına ulaşılmaktadır. Bu noktada, geçtiğimiz haftalarda artış gösteren ve bilim adamlarınca nedeni anlaşılmayan Türkiye’deki kızamık vakalarının da bu kapsamda görülebileceği düşünülmektedir. Bu konu, Cenevre-2 konusunda, hem olumlu, hem de olumsuz beklenti açısından anlamlıdır. Ancak bu konunun; tarafların ve sorunun çözümüne katkı sunmak isteyen aktörlerin hareket serbestisini kısıtlama potansiyeli yüksek görülmektedir.
Muhaliflerin Cenevre-2’ye ilişkin hazırlıklar bağlamında sergiledikleri görünüm, iç açıcı değildir. Uluslararası kamuoyuna yansıyan haberlerden, hem bölünmüş oldukları, hem de mevcut koşullarda yerine getirilemeyecek talepler ileri sürdükleri anlaşılmaktadır. Ürdün’ün başkenti Amman’da bir araya gelen "Suriye Halkının Dostları Grubu”, Şam’ın Cenevre-2’ye göndereceği heyetin bazı üyelerine itiraz etmektedir. Şam Heyetinde yer aldığı istihbar edilen bazı isimlere "elleri kanlı” diye karşı çıkan muhaliflerin bu itirazı, doğal olarak, kendileri hakkında da "ciddi terörist eylemlerde ve ağır insan hakları ihlallerinde bulundukları” iddiasını gündeme taşımaktadır. Öyle ki, bu noktada, geçtiğimiz günlerde, Londra’nın güneydoğusundaki Woolwich’de, Kraliyet Topçu Kışlasının yakınındaki bir yolda bir İngiliz askerinin vahşice/barbarca öldürülmesi olayının, -eylemciler Afganistan’ı dile getirmiş olsalar bile- Suriye krizini ve Cenevre-2’yi çağrıştırmış olduğu akla gelmektedir. Bu çağrışımın, muhalifler aleyhine bir çağrışım olduğuna şüphe yoktur. Yani tıpkı kimyasal silah konusunda olduğu gibi, bu konuda da, her iki tarafın elinin kanlı olduğuna işaret eden çok sayıda veri bulunmaktadır. Bir kısım muhalifler ise, Cenevre-2’ye katılım için, Beşar Esad’ın konferans öncesinde istifasını şart koşmaktadır. Rusya’nın ve Çin’in Şam Yönetimine ilişkin yaklaşımlarını ve Rusya’nın Cenevre-2’ye katılmaları için Şam’ı ikna çabalarını bilmedikleri düşünülmeyeceği için, muhaliflerin bu talebi, açıkça konferansa karşı oldukları anlamına gelmektedir. Nitekim "Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu”nun, İstanbul’da yaptığı ileri sürülen toplantılar sonunda, Cenevre-2’ye katılmama kararı aldığı açıklanmıştır. Muhaliflerin bu görünümü ve muhaliflerin katılımının Cenevre-2’nin bir ön koşulu olması nedeniyle, her şeyden önce, bugün itibarıyla, Cenevre-2’nin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği belirsizliğini korumaktadır. İkinci olarak, bu görünümü nedeniyle, muhaliflerin hepsi adına Cenevre-2’ye bir katılım olması güç gözükmektedir. Üçüncüsü, muhaliflerin Cenevre-2’de temsili, çıkacak kararların bütün muhalifleri bağlamamasına neden olacaktır. Bu durumda doğal olarak dördüncüsü de, Cenevre-2’nin Suriye krizine bir çözüm getirme ve akan kanı durdurma potansiyelinin oldukça zayıf olduğudur.
AB üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanlarının geçtiğimiz günlerde Brüksel’de yaptıkları toplantıdan, Suriyeli muhaliflere uygulanan ambargoya devam edilmemesi kararının çıkmış ve bu karar, AB üyesi ülkelere isterlerse Suriyeli muhaliflere silah yardımında bulunma yolunu açmıştır. Bu karar, daha önce gündemde olan ve karşı çıkılan, Rusya’nın Suriye’ye S-300 satışını yeniden gündeme getirmiş; AB üyesi ülkelerin muhaliflere silah yardımında bulunma yolunun açılması, bunun S-300’lerin Şam Yönetimine teslim edilmesi ile dengelenmesi düşüncesini doğurmuştur. AB üyesi ülkelerin aldığı karar nedeniyle, Moskova rahatlamıştır. Çünkü daha önceden Şam ile imzalamış olduğunu ileri sürdüğü kontratın bir gereği olarak, S-300 füze sistemini Şam’a teslim etmesine yönelik itirazın arkasındaki destek erimiştir. Hem Şam Yönetimine, hem de muhaliflere silah satışına ilişkin bu iki gelişmenin, Cenevre-2 öncesinde ortaya çıkmış olması ve Rusya ile AB üyesi ülkelerin aynı zamanda Cenevre-2 için çaba sarf eden aktörler olmaları, dikkat çekicidir. Çözüm sürecine aktif katkı sunmak isteyen bu aktörlerin, aynı zamanda iç savaşın taraflarına silah ve lojistik destek sağlayacak olmaları bir çelişki gibi görünebilir ancak, hem Washington’un (AB üyesi ülkelerin) ve Moskova’nın bu çelişkiyi görmemeleri düşünülemez, hem de henüz hayata geçmiş bir silah ve lojistik destek söz konusu değildir. Bunun içindir ki, AB’nin ve Rusya’nın bahse konu kararlarının, Suriye krizine bir şekilde taraf olan ülkelerin yaklaşımlarını gözden geçirmelerini sağlama ve onları Cenevre-2’ye yapıcı katkı sunmaya zorlama amacına yönelik olduğu değerlendirilmektedir. Suriye krizinin güneye (Lübnan’a ve İsrail’e), kuzeye (Türkiye’ye) ve güneydoğuya (Ürdün’e) taşma/yayılma ihtimalleri ile çatışan taraflara verilecek silahların nitelikleri, bu ülkeleri, durumlarını gözden geçirmeye itebilecektir. AB’nin ve Rusya’nın söz konusu kararlarını, Suriye’deki çatışmanın sürmesinden yana bir tercihin işareti olarak görmemek gerekir. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ)’nden ve Çin’den gelen Cenevre-2’ye yönelik açık destek ile, İsrail’den gelen "eğer S-300 füze sistemi Şam’a teslim edilirse gereğini yaparız” türünden açıklamanın, aksinin düşünülmesine mani olduğu değerlendirilmektedir.
Cenevre-2 konusunda bir belirsizliğin olduğu düşünülmektedir. Ancak bu belirsizlik, önümüzdeki günlerde yaşanacak iki gelişme ile ortadan kalkabilecektir. Bu gelişmelerden ilki ve asıl önemli olanı, Çin’in yeni Devlet Başkanı Xi Jinping’in, önümüzdeki günlerde (7-8 Haziran 2013 tarihlerinde) ABD’ye yapacağı ziyarettir. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile ABD Devlet Başkanı Barak Obama arasında, California’da gerçekleşecek buluşmada, kuvvetle muhtemel Suriye konusu da ele alınacaktır. Bu buluşmadan Suriye konusunda beklenmedik bir adımın çıkması, ihtimal dâhilinde görülmektedir. Washington ile Pekin, bir süredir, herhalde bu ziyarete konu çıkarmak için olsa gerek(!), birçok konuda ve yerde dolaylı/örtülü olarak karşı karşıya gelmektedirler. Tarafların, Suriye konusu üzerinden, aralarındaki ilişki konusunda yeni/taze bir başlangıç yapmaları mümkündür. En azından, Cenevre-2’nin formatı ile, toplantı gününe kadar ortaya çıkmış/çıkacak Cenevre-2’ye ilişkin sorunların çözümü konusunda bir anlayış birliğine varmaları kuvvetle muhtemel görülmektedir. Çin, ismi çok öne çıkmasa ve perde gerisinde kalmış gözükse de, Suriye krizi konusunda "kilit” önemi haiz ülkedir. O itibarla, Obama-Jinping görüşmesi, ya Cenevre-2’nin gündemden düşmesine ya da Cenevre-2’nin önünün açılmasına hizmet edecektir diye düşünülmektedir. Hatta Putin’in günler öncesinden yaptığı öneri istikametinde, Cenevre-2’nin bir liderler zirvesine dönüşme ihtimali de bulunmaktadır. Bu konu kadar önemli olmasa da, önemli olan ikinci gelişme ise, İran’da önümüzdeki Haziran (2013) ayının ilk yarısı içinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Eğer İran, Suriye krizinde önemli bir aktör ise; izin verilen adaylar seçim çalışmalarını yürütürken ve İran kamuoyu seçime odaklanmış iken Cenevre-2’nin gerçekleştirilmesi, oldukça farklı istismarlara ve algılamalara yol açacaktır. Her şeyden önce, İran’da seçim süreci yaşanırken Cenevre-2’nin gerçekleştirilmesi, bu seçimi etkileyebilecektir. İkincisi, İran seçim ile meşgul iken, Cenevre-2’nin gerçekleştirilmesi, bir taraftan İran’ın önemli olmadığı algılamasına, diğer taraftan da İran’a olduğundan daha fazla güç atfedilmesine neden olabilecektir. Üçüncüsü, Cenevre-2’nin İran’daki seçimden sonra gerçekleştirilmesi Tahran’ın temsili ve toplantıdan çıkacak kararın güvenirliliği açısından önemli olacaktır.
Yukarıda belirtilenler ışığında, Suriye krizinin geleceğinin önümüzdeki Haziran (2013) ayının ilk yarısında yaşanacak gelişmelerle şekilleneceği değerlendirilmektedir.
Eğer Ankara Cenevre-2’den işine gelecek bir kararın çıkmasını istiyorsa; Washington ziyareti sırasında Başbakan Erdoğan’ın ABD Yönetimi ile paylaştığı varsayılan Suriye ile ilgili verileri/değerlendirmeyi, Cenevre-2 öncesinde, bu konferansa katılacak ülkeler ile paylaşması ve bunun için de Ankara’nın bir diplomasi trafiği içine girmesi gerekmektedir. Bu, sadece Cenevre-2’den Ankara’nın işine gelecek bir kararın çıkmasına hizmet etmeyecek, aynı zamanda hem Ankara’nın samimiyetine ve yanlış anlaşılmasının önlenmesine, hem de Ankara’nın elindeki bilgilerin güvenirliğine işaret edecektir.