Cuma, 24 Şubat 2012 19:30
Biat illa biat!
İlk kez Köln’de söylemiştim, toplantıda Ahmet Kaya da vardı, sevinçli ve masumdu, "Hocam vakıf oldum” demişti, konserinden para almadığı anlamındadır; ama tahammül edemediler, ölümüne götürdüler ve ben "La ilahe illa Allah” ile başladım.
Şaşırdılar, "ne oluyor, yoksa...” Hayır, bu sözü çok severim, çok devrimci bulurum. Red ile başlıyor, "La İlahe” diyor, Allahlar yoktur, ilahlar yook; "illa”, bu "çünkü” demektir, benim "Allahım” var olduğu için başkası yoktur; benim yolumdan başkasını kabul etmiyorum, işte bu devrimci çıkıştır. Buradan çıkıyorum, Doktor Dindar’ın "Recep Tayyip Erdoğan’ın Psikobiyografisi” nam eserini, pek tazedir, adı "Biat ve Öfke” olmakla beraber, "Biat illa Biat” şekline çeviriyorum. Çünkü Doktor Dindar, Tayyip Bey’in hep biat ettiği ve öfkesinin bundan kaynaklandığı önermesinden hareket etmektedir; öfkesini biatlarının zorunlu sonucu saydığı aşikardır. Biat için biat istiyor ve yoksa, öfkeleniyor; teşrih ve teşhisi budur. Güzel, "illa” veya "çünkü” demekle başlıyorum.
Biat’tan güç çıkarmak!
Doktor Cemal Dindar’ın örnekleri arasında var, Mersin’de, halini şikayet eden bir çiftçiye, "git ananı da al, giit...” diyerek hitap etmişti, öfkesi şedid idi. Çiftçi halinden memnun değildi, illa ya da çünkü biat etmemiş haldedir ve öfke zaruridir. Ve Dindar’ın paradigmasına göre, Erdoğan biat’tan güç çıkarmaktadır; Avrupa Birliği’ne katılma kararı, ki biat’tır ve bir tür proselytisme, Erdoğan’a güç aşılamışa benziyor. Doktor’un tespitine göre, "Tayyip Erdoğan değilim, ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım” formülünü bundan sonra buluyor ve artık her türlü eleştiriyi, halkın, "sen benim başbakanıma nasıl hakaret edersin” tepkisiyle karşılamasını istemektedir. Güzel, açıklık kazanıyoruz ve kazanıyoruz.
Biat ile öfkeye!
Dindar ile en iyi mülakatlardan birini, Genel Yayın Yönetmenimiz Serhan Bolluk'un yaptığını anlıyoruz, ikinci baskıda var. Doktor Bolluk, Doktor Dindar'ın söylediklerini, "biat eden öfkelidir" cümleciği ile özetliyor ve Dindar, "evet" diyerek karşılık veriyor. Doktor Bolluk, Tayyip Bey'deki öfkeyi anlamak istiyor, soruyor ve Doktor Dindar, "biat ve öfke dediğimizde, bunları ayrı ayrı değil, bir arada ele alma gereksinimindeyiz" cevabını veriyor. Böylece tavuk ile yumurta ilişkisini tekrar bulmuş oluyoruz. Ben de "aynen öyle" anladığımı tekrarlıyorum.
Erbakan'dan AB'ciliğe!
Cemal Dindar'ın iki önemli tespiti var ve bir, "çok net olarak söylüyorum, 12 Eylül olmasaydı Tayyip Bey başbakan olamazdı" demektedir. Pek güzel, islamizasyon ve osmanizasyon 12 Eylül Darbesi'nin işidir ve 3 Kasım 2002 seçimleri yapılır yapılmaz, "Yüksek Komutanlar'ın otuz yıldır aradıkları ekip budur" sözü de bana aittir, hatırlatmış oluyorum. İki, Doktor, Bülent Arınç'ın "beni 28 Şubat AB'ci yaptı" vecizesine de pek çok önem veriyor; Avrupa Birlikçi olmak bir tür din değiştirmektir ve bunu, yeni bir biat olarak ele ; alıyoruz. Anti-Israel ve anti-Hıristiyan Avrupacı Necmettin Erbakan'dan ayrılış buradadır; bir biat bitmektedir ve yenisi başlamaktadır. Güzel, bir parantez ile araya giriyorum, formülasyon bana ait, ancak, Dindar'ın analizleriyle çelişmiyor ve yine, bir, "28 Şubat", Erbakan türü bir islami hükümete kapının kapatılması anlamındadır. İki, Avrupa ve özellikle Amerika'ya açılmak, özel sektöre ve büyük devletlere açık, yoksulluğu tolere eden, Allah'ın hikmeti, bir islami hükümete kapı açmaktır. Doktor da bu görüştedir. Üç, ekliyorum, Avrupa Birliği aynı zamanda Ordu'yu çökertme birliğidir. Buradayız, parantezi kapatıyorum.
Ergenekon tertibinin tarihi!
Ama tekrar açıyorum, yöntemle ilgilidir; hem plancı ve tabii hem de istatistikçi oldum, yazgımdır; o hale geldim ki, iki dizi görür görmez, kafamda ve gözümde korelasyon kuruyordum, katsayısını dahi buluyordum. Buradan kalma, korelasyon ve senkronizasyon bende artık yemek ve içmek ölçüsündedir, hiç bırakamıyorum. Ne demek mi, Ergenekon Tarihçisi Tuncay Özkan'ın yazdıklarını okuyorum; Tuncay Güney adında bir garip adam, İbrani asıllı olduğunu çıkarmıştık, İstanbul Emniyeti'ne düşüşü, ki Ergenekon Komplosu'unun keşif tarihidir ve Kemal Derviş ile Devlet Bahçeli'nin nagehan, ansızın, "erken seçim" patlatmaları aynı tarihlidir; senkronize ve correlated diyoruz. Demek, hem akepe hükümeti ve hem "Ergenekon" tertipleri aynı tarihte ana rahmine düşüyorlar.
Ben de "müthiş" diyorum.
Ameliyat duası!
Güzel, Doktor Dindar, Tayyip Bey'in en büyük biatının babasına olduğunu işaretle, sık sık tekrarlamaktadır. Annesine olamaz, çünkü; Doktor, Erdoğan'ın "sahte anneler" kavramı olduğunu ortaya çıkarıyor. Peki, güzel de ne anlama geliyor, ben kendi kendime soruyorum. Böyle sorulara bazen "Yalçın, ne kadar aptalsın" cevabını veriyorum, geçenlerde bir Cuma, Erdoğan'ın Karacaahmet'e, Annesi ile Babası'nı ziyarete gittiğini haberlerde duyunca, "ah geçen hafta da gitti" deyip uyumuştum. İşte ben buna aptallık diyorum ve kızıyorum. Bazen pek güzel uyuyorum.
Hoş, "bir de ne olsun", sabah öğrendik ki, Tayyip Bey yine ameliyat olmasın mı, ilk ameliyatından önce de Karacaahmet'e gitmişti; demek hem korelasyon ve hem de senkronizasyon çok çok önemlidir. Tarih yazımı biraz da senkronizasyon işidir ve devam ediyorum. Bir, en büyük biati en büyük gücüdür, Babası'nın mezarından güç almak ihtiyacındadır. İki, bu ameliyatı da büyüktür. Üç, Eşleri Emin'anım "dua ediniz" buyurmuştu, demek ciddidir. İşte bilim budur, illa dua ediyoruz.
Bir tartışma!
Böylece bitirdim, ama unutmadan not etmek durumundayım, Doktor Dindar'ın bu değerli çalışması, Yalçın Küçük'e karşıdır ve "Yalçın Küçük'ün incelemesinin tüm bilimsellik iddiasına rağmen" diyor ve "bilimsel olmaktan uzak" yollu tamamlıyor. Pek güzel ve hoş, ben, bana karşı kitapları daha çok seviyorum; ayrıca Doktor'u tanıyorum, bir kez kır evinde buluşmuştuk. Erdoğan'ın psikobiyografisinin epilepsi demeden de yapılabileceğini ileri sürüyor: "Erdoğan'ın gerçekten epilepsi hastalığı var mı, bilemem" demektedir ve Mehmet Metiner'e dayanarak, 1991 yılında milletvekili seçilemediği saat, "düşüp bayılmıştı" diyor. Destekleyen açıklamaları çoktur.
Hürriyeti olmayan kalemler!
Benim tavsiyem ise şudur, Doktor, Ruşen Çakır-Fehmi Çalmuk'un kitabına dayanıyor ki, çok önemli bir kaynak kabul ediyoruz. Ancak Leyla İpekçi'nin, 8 Ocak 1995 tarihli Yeni Yüzyıl yazısı olmadan olmaz, Çakır-Çalmuk da İpekçi'ye dayanıyor ve sabetayizm konusunda çalışmalarını da bildiğim ipekçi şimdi susuyor, hiç yakıştıramıyorum ve pek çok ayıplıyorum. Ne de olsa şimdi zamane vakıftadır, yeme-içme derdi yoktur. Hayır, vardır; hürriyeti yoktur, diyorum.
Neden mi, Erdoğan Wall Street Jounal'a demeç vermiş, 10 Eylül 2010 tarihli Hürriyet, "babam ayaklarımdan asacaktı" başlığıyla ballandırmış, yayınlamış durumdadır; teferruatı Yalçın Küçük külliyatında, H. D. kitabımda var, s. 337, var ve böylece gizlice haber veriyorum. Çünkü İpekçi, eğer bizim ismail'le, ismail ipekçi, akraba ise sabetayisttir. Bütün bunları Erdoğan'ın ağzından yazmıştır ve asmıştır asmış sonra "gözyaşları sel olmuştur", şimdi susuyorlar. Erdoğan tarihini tekzip ediyor, bunlar susuyorlar. Ben de susuyorum, illa şimdi mahkemeler çok hoş, Tayyip Bey dava ediyor, mahkemeler tazminatı basıyor; en ileri demokrasideyiz. Artık adli timar rejimindeyiz.
Para ya da dürüstlük!
Ah Leyla vah Leyla, Zaman'da maaşların Taraftan daha iyi olduğunu duyuyorum, mapusanede okumaya çalıştım, yazdıklarını okuyamıyorum. Ama yine de "ille dürüstlük" diyorum; para güzel, fakat dürüstlük daha güzeldir. La ilahe illa dürüstlük; bu ise çok devrimcidir. Bir gün mutlaka, unutmamasını tavsiye ediyorum. Bizim Minik Kaya "Ahmet'in vakfına çağırıyorum".
Yalçın KÜÇÜK - 24 Şubat 2012 - Aydınlık
http://www.dunya48.com