Ross Wilson’ın 6 Ocak tarihli yazısını dikkatle okuyun. Erkan Güçiz derlemişti. Ne diyor o yazıda eski ABD Türkiye büyükelçisi ve istihbaratçı Wilson:
1) Başbakan Erdoğan Türk ordusuna karşı giriştiği operasyona başarıyla devam ediyor!
2) Artık Ordu komutanları ‘terörist’ konumunda ! Hayaller gerçek oldu…
3) Bundan sonraki adım Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasında.
4) Bu gibi yargılamalar Türk askerinin gözden düşürülmesinde ileri bir adım olacak..
5) Tüm bu tutuklamalar, halkı ve siyasi çevreleri, tartışmalı Anayasa değişikliğini iknaya zorlayacak.
6) Bu tutuklamalar, orduda, yargıda,siyasette, bu değişimi kısıtlamak isteyenleri korkutacak.
7) Halk bu tutuklamalar konusunda fazla ses çıkarmıyor…
8) Yargılamalar, Türk ordusuna darbe indirirken aynı anda iktidarı da yıpratıyor.. (http://www.acus.org/new_atlanticist/erdogan-consolidates-civilian-rule-turkey)
Yani KAOS’un adım adım yaklaştığını haber veriyor, ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi Ross Wilson...
Wikileaks 2008 belgelerinde de plan açıklanmıştı.
Türk silahlı kuvvetleri içinde Atlantikçi, Milliyetçi ve AVRASYACI unsurlar olduğu ve bunlardan son ikisinin ABD çıkarlarına ters düştüğü ‘tasfiye’ edilmeleri gerektiği yazılıydı.
Bir yanda Suriye, İran, Rusya tehdit altında.
Askeri hareketlilik var, Türkiye’nin dört bir yanında.
Bir yanda da ordu tarumar, terör çeteleri dimdik ayakta.
Halk şaşkın. Amaçlanan buydu.Operasyon devam ediyor...
2012’nin ilk 10 gününde olanlara bakın…
* Uludere ABD bombalarıyla patlatıldı. Bir emekli genel kurmay başkanı içeri alındı ve tutuklamalar devam ediyor.
* Barzani, Karayılan ve içerdeki PKK’lılar, açıkça KÜRDİSTAN devleti için savaşa başlayacaklarını ilan ettiler. Baydemir ayrı bayrak dedi. Ve Kışanak ‘uluslar arası camia’ya ‘katliam gördükleri’ gerekçesiyle başvuru yapacaklarını duyurdu…
BU ağzından salyalar akıtarak bekleyen küresel çetenin düğmeye bastığının işareti...
2012 Nisan ayında büyük bir kalkışma için zaman tamam diyor Amerika.
Türk ordusu darmadağın, PKK ve uzantıları örgütlü.
Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri berbat.
PKK ve uzantıları 3 ülke, (İran Suriye Irak) teröristleri örgütlü.
Şimdi bu memleket evlatlarının yaklaşan faciaya karşı bir araya gelme zamanı!
6 Ocak 2012’da Atlantic Council adlı enstitünün yayın organında, Amerika’nın 2005 ile 2008 yılları arasında Ankara Büyükelçiliğini yapmış olan Ross Wilson’un bir yazısı yayınlandı. Başlığı "Erdoğan Türkiye’de sivil otoriteyi pekiştiriyor”. 1
Yazıda, Erdoğan’ın Türkiye’ye Demokrasi getirmek için nasıl cesaretle davrandığını şöyle anlatıyor.
"Eski Genelkurmay Başkanı emekli general İlker Başbuğ’un 6 Ocak’ta tutuklanması, Türk Ordusuna karşı yaptırımlarda yeni bir adımı işaretlediği gibi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin ülkenin geçmişini karartan sivil yönetim karşıtlarının üstüne ne kadar korkusuzca yürüdüğünü de gösterdi.”
Askerlerin artık tam olarak sivil otoritenin kontrolü altına girdiğini belirtiyor Ross Wilson ve ekliyor:
"Saatler süren sorgulamadan sonra, savcı Başbuğ’u "terörist bir organizasyonun başı” olmak ve hükümeti devirmeye teşebbüs ile suçladı. Başbuğ, son iki yıl içinde birçok komplo iddiaları ile suçlanarak tutuklanan yüzden fazla yüksek rütbeli subayların sonuncusu oldu. Daha beş yıl önce, bu kişilerden birinin sözde veya hakiki davranışlarının hesabını vermelerinin sivil otorite tarafından istenmesi düşünülemeyecek birşey idi. Artık değil.”
Eski Büyükelçi, askerlerin sivil otorite tarafından kontrolünün yalnız ileriye dönük değil, geçmişi de kapsayacağını hatırlatarak, "Daha önemli olan ise, 3 Ocak’ta başka bir savcının, Türkiye’nin 1980’deki son hakiki askeri darbesinin hayatta olan iki lideri hakkında mahkemeye başvurusudur” diyor.
"Türk muhakeme usullerine göre mahkeme onbeş gün içinde iddaanameyi ya kabûl edecek veya reddedecek. Kabûlüne şimdiden olmuş gözüyle bakılıyor. İhtilâlin arkasından cuntanın başında olan ve daha sonra asker tarafından zorla kabul ettirilen anayasa yolu ile cumhurbaşkanı seçilen 94 yaşında emekli general Kenan Evren’e de sıra geliyor olmalı. Bu, askerin hesap vermesinin, yeni ve çok daha çarpıcı bir görüntüsü olacak.”
'Anayasa değişikliği için faydalı olur!'
Bu ‘yeni ve çarpıcı’ gelişmenin sebeplerini analiz eden Wilson, uygulanan stratejinin Atlantik ötesinden verildiğini de satır aralarına yerleştiriyor..
"Hukuki olarak tutarlıkları ne olursa olsun Başbuğ ve Evren hakkındaki davalar hem politika arenasında ülkenin tartışmalı yeni anayasası ile ilgili olarak, hem de hakiki bir hesaplaşma olarak önemli. Toplumun dikkatini bunlar ve diğer yüksek rütbeli subayların sözde veya gerçek yasadışı davranışlarına odaklaştırmak son zamanlarda sönmeye yüz tutmuş anayasa değişikliğine yeniden şevk ve ivme katmaya yardım edecek; ordu içinde, yargıda, ve her konumda bu değişimi kısıtlamak ve AKP’nin boyunu aşan işlerini engellemek isteyenleri atacakları adımları hesaplamaya ve kendilerini ne şekilde savunacaklarını düşünmeye zorlayacak.” ...
"Hükümet karşıtı davranışların uzun uzun düşünüldüğü, baskı uygulandığı, belki de bazı planların var olduğunun , herkesçe bilinen bir sır olduğu 2000’li yıllarda, Başbuğ orduda yüksek komuta seviyesinde görevli idi. Fakat yine de, yarattığı imaj, ülkenin ordusunun başı olarak sivil otoriteye saygılı şerefli bir general idi. PKK terörizmiyle mücadelede yalnız güç kullanmak değil, politik, ekonomik ve toplumsal sorunların da ele alınması gerektiği konusunda açıkça beyanlarda bulundu. Türk ordusunun modernleştirilmesi gerektiğini biliyordu ancak iki yıllık döneminin sonuna doğru çok az katkısı olmuştu. Orduda pek çok kişinin düşüncesine göre Başbuğ’un kendinden öncekilerin AKP hükümetine açıktan düşman davranışlarından daha yumuşak davranması halk gözünde ordunun prestijini düşürdü, ve Erdoğan ve müttefiklerinin emellerini oyun dışı bırakmak ve kısıtlamak elde kalan son imkanları boşa harcadı. Ordunun başından ayrılışı ordu saflarında bir üzüntü sebebi olmamıştı. Ordu kademeleri ve genelde toplum davalara büyük önem atfetmiyor ve münferit talihsiz olaylar olarak görüyor.”
Aynı Ross Wilson Ankara’da görevli olduğu günlerde Washington’a amirlerine gönderdiği 4 Ağustos 2008 tarihli bilgi notunda 2 , çok iyi tanıdığı yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u yere göğe sığdıramamıştı.
'Başbuğ'un Amerika'ya karşı tutumu olumludur ama...'
"Genelkurmay Başkan Yardımcısı olduğu 2003’den beri devamlı bağlantımız olan Başbuğ’un Amerika’ya karşı tutumu olumludur; 1 Mart 2003 tezkeresi ve 4 Temmuz 2003 "Çuval” olaylarından kaynaklanan Amerikan ve Türk orduları arasındaki gerginliğin yumuşatılmasında başı çeken kişi odur.”
Daha sonra, ordu, bürokrasi ve hükümet beyanları ile tekrar yoluna giren Amerikan Türk ilişkileri, Başbuğ’un 26 Ocak 2005 basın toplantısında Türk Amerikan ilişkilerininin derinliğini ve önemini açıklaması ile başladı. Başbuğ’un İncirlik’deki kargo merkezinin kuruluşunda ve bir süredir ara verilmiş olan yıllık Yüksek Seviyede Savunma Grubu toplantılarının 2005’de yeniden düzene girmesinde emeği geçmiştir.”
Wikileaks bilgi notunda, Ross Wilson İlker Başbuğ’un AKP’ye ve ileride Amerika’ya zararlı olabilecek taraflarına da değinmişti..
‘Başbuğ’un ,Türkiye’nin laik yapısının korunması konusunda sert konuşmaları var. 2006 Eylül’ünde Harp Akademisi’nde kurmay subaylara yaptığı konuşmada "Türk Silahlı kuvvetleri bugüne kadar laik, bölünmez, ulus devleti korumuştur, bundan sonra da korumaya devam edecektir” demiştir. Aynı konuşmada, laiklik karşıtı güçlerin artan etkilerine karşı da uyarıda bulunmuştur. Başbuğ’un, Anayasa Mahkemesi Hakimi Paksüt ile, Cumhuriyet Başsavcısının AKP’yi kapatma davasını açışından birkaç gün önce, 4 Mart tarihli "Gizli Görüşmesi” de konu hakkında önceden bilgilendirildiği ve en azından tasvibinin alındığının işaretidir.’
Ross Wilson, yazısında, Amerikan "dostu” olarak gördüğü ve "yardım”larından teşekkürle bahsettiği Başbuğ için adil yargılama diliyor ardından davanın bir an önce sonuçlandırılmasını öneriyor, sonra da bu beklentisinin boş olduğunu bildiğini de söylüyor (!).
"Türkiye’nin önündeki görev, Başbuğ ve Evren yargılamalarıyla, geçmişle barışmak, adil, tarafsız, ve kısa zamanda yargı sürecini sonlandırmak..Benzer davalardaki ağır ilerleme beklentinin karşılanamayacağını gösteriyor. Bu durum, Erdoğan ve çevresi üzerinde bir leke ve ülkenin itibarını zedeliyor.”
The arrest January 6 of retired General İlker Basbuğ, former chief of the general staff, marks yet another turn of the wheel against the Turkish military and a sign of how little fear the government of Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan has of moves against civilian rule that have haunted his country’s past.
After hours of questioning, a prosecutor formally charged Basbuğ with "heading a terrorist organization” and attempting to overthrow the government. He is the latest in a line of over one hundred ex-military leaders to be detained during the last two-plus years in connection with several alleged plots and conspiracies. Even just five years ago, the idea that any of these individuals might have been called to account by civilian authority for any actions, real or alleged, would have been unthinkable. No more.
Of potentially greater import was a request to the courts by another prosecutor on January 3 against the two surviving leaders of Turkey’s last full-fledged military coup in 1980. Under Turkish legal procedure, the court apparently has up to fifteen days to decide on whether to accept or reject the indictment. Acceptance seems a foregone conclusion. The detention of another former chief of the general staff, 94 year-old retired General Kenan Evren, who led the post-coup junta and then was elected president under the constitution that was essentially imposed by the military, should then follow shortly. It will be another and even more dramatic picture of the military hauled into the dock.
Moves against Basbuğ had been rumored for some days. Turkish newspapers reported January 5 on threats by the chief of the military academy, as well as the current land and air forces commanders, to resign if Basbuğ was arrested. At least the first two were Basbuğ protégés. All three have held their positions only since August 2011, following the resignation en masse of the country’s senior-most military commanders over the issue of civilian blackballing of peers up for promotion who were also accused of complicity in the same plots Basbuğ has now been associated with by prosecutors. That provoked a short-lived crisis that led to the appointment of a new military chief, General Necdet Özel, and a slate of other new commanders. The affair marked the triumph of civilian authority over the military, but was not the last chapter of military-government infighting that has marked Turkey since the first overthrow of elected government in 1960.
Whatever their merits with respect to the law, the cases against Basbuğ and Evren are important both as political theater related to the country’s mooted new constitution and as a settling of very real scores. Focusing public attention on these and other military leaders’ real or alleged misdeeds will help revive the ardor and momentum for constitutional change that have flagged in recent weeks and months. It will further backfoot those in the military, judiciary, and elsewhere who want to restrain such change – and to prevent overreach by the AK Party.
The 1980 coup led to the imprisonment of some 650,000 Turkish citizens, 230,000 of whom stood trial – including the deposed prime minister (and 1990s president) Süleyman Demirel, as well as former and future prime minister, the late Bülent Ecevit – in proceedings that few, if any Turks regarded at that time or since as fair or impartial. Military prosecutors won death sentences against over 500, and hundreds more died in custody due to torture or other undetermined reasons. Millions of Turks’ lives were touched in very dramatic and largely negative ways.
Calling the military to account for this dark period, on which most Turks had turned their backs until relatively recently, has widespread support. The legal change that allows for civilian prosecution of military personnel dates only to the constitutional referendum of September 2010. However, it is interesting to note that while backing these steps to deal with the past, Erdoğan and most in his government have shown support in recent days for a military under fire for airstrikes carried out December 28 in the country’s east that killed some 35 suspected militants of the terrorist Kurdistan Workers Party (PKK) who turned out to be local villagers whose gravest crime may have smuggling. Another sign of support for the military on defense and security matters was the government’s approval this week of plans to purchase the F-35 Joint Strike Fighter.
Basbuğ certainly held senior military positions during periods in the 2000s when ruminations and genuine pressure, if not actual plotting, against the government in various quarters was an open secret. However, the image he fostered as the country’s top military chief was one of an honorable general who was deferential to civilian authority. He spoke out publicly on the need to deal with PKK terrorism not just with force, but also with political, economic, social, and other strategies. He understood the need to modernize the Turkish military, but accomplished little toward that end during his two years as top commander. Many in the military believe that Basbuğ’s toning down of his predecessor’s open hostility toward the AK government degraded the military’s standing in the public and squandered the last opportunities it had to outmaneuver and/or restrain the ambitions of Erdoğan and allies. His departure as military chief was not mourned in the ranks. Most in the Turkish military and society at large will likely see his prosecution now as just another unfortunate story, probably not one with an obvious early end, but also not something new or perhaps even that important.
The country’s challenge with Basbuğ and Evren will be to both come to terms with the past and render justice fairly, impartially, and swiftly. Slow progress on all the rest of those now accused of complicity in plotting against the government suggests this may not be the case – and that is a stain on Turkey’s reputation that Erdoğan and his colleagues should correct.
Ambassador Ross Wilson is the Director of the Patriciu Eurasia Center at the Atlantic Council. As a U.S. diplomat, he served as American ambassador to Turkey in 2005-08 and to Azerbaijan in 2000-03, and he was posted to the U.S. Embassy in Moscow in 1980-82 and 1987-90.