Nisan ayında "Recep Tayyip Erdoğan niçin başbakan yapıldı?” başlıklı bir yazı yazarak, Erdoğan’ın Hizb-i İslam lideri Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde çektirdiği fotoğrafı analiz etmiştik. Erdoğan’ı iktidara getirenler, ondan Laik-Dinci ve Alevi-Sünni kutuplaşmasını körüklemesini bekliyordu. Gezi Parkı olaylarından sonra dengesi iyice bozulan Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar bu tespiti doğruluyor.
Türkiye’de muhalefet nasıl düzenlendi
Bir ülkede iktidarı düzenleyenler mutlaka muhalefete de el atarlar. Çünkü iktidarı ayakta tutmanın yolu muhalefeti kontrol etmekten geçer.
Mahir Kaynak, konuyu "Siyasi Yapı” başlıklı makalesinde şu şekilde anlatıyor:[1]
"Bir siyasi yapı hakkında değerlendirme yapabilmek için yönetimde bir değişme olmuşsa bunun kimin tarafından desteklendiğini bilmek gerekir. Mesela CHP’de bir operasyonla lider değişimi gerçekleşmiştir bunu kimin yaptığını bilmek gerek, ayrıca lider ayrılırken yerine gelecek kişinin bilinip bilinmediği açıklanmalıdır.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına nasıl geldiğini hatırlayalım
Kılıçdaroğlu, 2008 yılında CHP grup başkan vekili iken elindeki belge dolu dosyalarla TV’leri çıkıp, çeşitli yolsuzlukları kamuoyunun gündemine getirerek, AKP Genel Başkan Yardımcıları Şaban Dişli ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ı koltuklarından indirmiştir. Aynı dönemde açıkladığı Deniz Feneri belgeleri ile de Başbakan Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmıştır.
O dosyaları Kılıçdaroğlu’na kim vermişti? Veya o dosyalar Deniz Baykal’a veya bir başka CHP’liye değil de niçin Kılıçdaroğlu’na verilmişti? Bu dosyalarla yıldızı parlatılan Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın kaset operasyonu ile görevinden uzaklaştırılmasından sonra otomatikman CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturdu.
Kılıçdaroğlu, Alevi ve Kürt (Zaza) kültürel alt kimliklerine sahip bir politikacıydı. 2011 seçimlerinde Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun bu kimliği üzerinden propaganda yaparak, tam 7 meydanda halka Alevileri yuhalattı. CHP, 2011 seçimlerinde Baykal döneminde yapılan kamuoyu yoklamalarından daha az bir oy aldı. Bir başka deyişle, CHP’ye yapılan operasyon, AKP’nin oylarını daha da yükseltmesine yardımcı oldu.
MHP ne durumda
Mahir Kaynak, bahse konu yazısında; "MHP’nin lideri partiyi yönetmekte olan güç tarafından mı belirlenmiştir? Önce partide çalışması, sonra seçilmesi bir tesadüf müdür yoksa bir planın parçası mıdır?” diye sorarak, Devlet Bahçeli hakkında da bir şeyler ima ediyor.
2011 seçimleri öncesinde MHP’nin 10 üst düzey yöneticisini tasfiye eden kaset komplolarını hatırlıyoruz. Zannedersem bu plan, MHP’yi baraj altında bırakarak bugün tartıştığımız yeni anayasayı hiç tartıştırman, AKP’nin 367 üzerindeki oyuyla meclisten geçirmek için yapılmıştı. Plan bu anlamıyla başarılı olamadı. Ama Bahçeli’yi kontrol etmek açısından başarılı gibi gözüküyor. AKP ne zaman sıkışsa, Bahçeli hemen imdadına yetişiyor. Muhtemelen Bahçeli’nin de utanacağı bir kaseti var veya kendisi doğrudan doğruya Derin Devletin adamı.
Derin Devletin projesi, Türkiye’nin istikrarsızlaşmasıyla sonuçlanacak
Anlaşılacağı üzere Derin Devlet, Yeni Osmanlı Projesinin (diğer bir adıyla Büyük Türkiye Atılımı) Sünni İslam’ı ön plana çıkaran, tek başına iktidar olan, karizmatik bir lidere sahip bir partiyle hayata geçirilebileceğine kanaat getirmiş ve siyaset sahnesini bu yönde düzenlemeye çalışmış. Fakat onların bu planı üzerinden emperyalizm, çok farklı bir sonuca doğru hızla ilerliyor. Konuyu şu şekilde açıklayalım:
Erdoğan’ın son konuşmalarından açıkça anlaşılacağı üzere, AKP giderek halkın tamamını temsil etmeyen, Müslüman Kardeşler ideolojisinde bir mezhep partisine dönüşüyor.
CHP’ye gelince. Başbakanın izlediği mezhep politikası, Alevileri bu partiye mahkûm etti. Alevi kimliği ile ön plana çıkan Kılıçdaroğlu’nun partinin başına geçmesinden sonra CHP de hızla bir mezhep partisine doğru evriliyor.
Zaten ülkede 30 yıldır büyük çabayla oluşturulan bir Türk-Kürt kutuplaşması vardı. Şimdi bir de bunun üzerine Alevi-Sünni ekseninde yeni bir kutuplaşma ekleniyor.
Yapılan toplum mühendisliği çalışmaları sonucunda, ülke siyasetinde taraflarını AKP ve CHP’nin temsil ettiği mezhep temelinde iki kutup, taraflarını MHP ve BDP’nin temsil ettiği etnik temelde bir başka iki kutup oluştu. Her ne kadar bu partiler durumun böyle olmadığını ifade etseler de, önümüzdeki siyasi tablo budur.
Etnik ve mezhep temelinde politika yapmak, demokrasinin ruhuna aykırıdır. İnsanlar, ekonomik ve siyasal düşünceleri bir kenara bırakıp, etnik ve mezhep kaygılarıyla oy vermeye başlarlarsa, o ülkenin sonu gelmiş demektir. Gelişmiş Batılı ülkeler, kendi bünyelerinde böylesine bir siyasi yapı oluşumuna kesinlikle izin vermezken, geri kalmış ülkelere bu yapıyı özgürlük ve demokrasi adına dayatmaktadırlar.
BOP projesi kapsamında, demokrasi kandırmacasıyla halkın önüne koyulan her sandıkta, insanların etnik ve mezhep kimliklerine göre oy vermeleri sağlanarak birçok ülke istikrarsızlaştırılmıştır. Türkiye de giderek aynı tabloya doğru sürüklenmektedir. Oluşan bu siyasi tablo değiştirilemezse, ülke kendiliğinden istikrarsızlaşacak, hatta bölünecektir.
Çözüm yolu
Bu korkunç sonuçtan kurtulmanın temelde iki yolu vardır: 1. Farklılıkları olan herkesin gönül rahatlığıyla oy verebileceği yeni bir parti kurarak, meclisteki etnik ve mezhep kimliklerini temsil etmeye başlayan siyasi partiler dışında halka bir alternatif sunmak. 2. Mevcut siyasi partileri dönüştürmek.
1’inci seçenek için yeterli zaman yoktur. Seçim arifesinde parti kurmaya çalışmak AKP’nin iktidarda kalmasına hizmet eder. 2’nci seçenekte ise en kesin ve radikal çözüm, parti liderlerini değiştirmektir.
Kılıçdaroğlu, çok dürüst, iyi niyetli ve yetenekli bir politikacıdır. Ancak, CHP’nin başında kaldığı sürece patinin büyümesini önleyecektir. Son kamuoyu yoklamaları bu tespiti doğrulamaktadır.
Bahçeli’ye gelince; makamında oturduğu müddetçe, MHP’nin, siyasal durum, milliyetçilik veya ülkenin ihtiyaçlarına göre değil, Derin Devletin isteklerine göre politika yapması kaçınılmazdır.
En büyük problem ise, Başbakan Erdoğan’dan kaynaklanmaktadır. Kin ve nefretinin esiri olan bu insan, iktidardan uzaklaştırılamazsa partisiyle birlikte ülkeyi de batıracaktır