Ama inanın gerçek bu değil. Bu anketler tamamen halkın beynini yıkamak, onları yönlendirmek için böyle açıklanıyor. Çok doğaldır, siyasetle günlük olarak ilgilenmeyen, kim kazanırsa kazansın kendi hayatında bir değişiklik olmayacağını zanneden milyonlarca insan, bizde de dünyanın her yerinde de en güçlü olarak tanımlananın arkasından giderler. Giderler ki düzenleri bozulmasın başlarına bir iş gelmesin.
AKP’nin propaganda servisleri bu gerçeği çok iyi bildiklerinden doğru yanlış, sahte gerçek bakmadan ısrarla ve sürekli olarak hergün bu tür kamuoyu araştırmaları açıklıyorlar.
Ama gerçek bu değil ki. Bunu bizzat AKP kurmayları da Başbakan da biliyor. Zaten eğer dedikleri gibi başta İstanbul olmak üzere birçok yerde AKP zaten yüzde 50′nin üzerinde oy alıyorsa, bu kadar telaşa, öfkeye ve saldırgan, gergin bir ortam yaratmaya gerek var mı?
Bilmiyorum siz dikkat ediyor musunuz Başbakan’ın ve AKP yöneticilerinin, örneğin Hüseyin Çelik’in falan konuşmalarına. Yüz ifadelerine, jest ve mimiklerine bakıyor musunuz. Hiç yüzde 50′nin üzerinde oy desteğini olduğuna inanan tavırları var mı? Tam tersine konuşmalarında hep bir telaş ve endişe hakim. Tersi olsa nasıl rahat olmaları gerekir değil mi, hiçbir şeyi takmaz dönüp bakmadan geçip giderler. Oysa Başbakan neredeyse her gün üç dört yerde konuşuyor. Bu konuşmaları televizyonlardan canlı olarak yayınlanıyor. Başbakan’ın gündeminde sadece muhalefet özellikle CHP var. Konuşmayı baştan dinle, CHP sondan dinle CHP. Eeee hani muhalefetin tamamı bir araya gelse yine de AKP’yi geçemiyordu. Nedir bu rahatsızlık, nedir bu öfke ve telaş? Öyle değil mi?
Neyse uzatmayayım, göreceksiniz AKP bu yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere kendini çok güçlü hissettiği bir çok yerde seçimi kaybedecektir.
İşte bu nedenle 2014′ün çok sürprizli, çok hareketli ve gergin geçebileceğini söylüyorum.
Gelelim seçim sürprizlerine. Eğer gözlediğim gibi AKP yerel seçimde yenilgiye uğrarsa, cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler için yeni taktikler yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalacaktır. Yerel seçimlerde gerilemiş, İstanbul ve Ankara’yı kaybetmiş, yeniden kazanmayı umduğu yerlerde hüsrana uğramış bir Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya cesaret edemez. Yerel seçimden mağlup olarak çıkan Erdoğan’ın morali de gücü de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 50 almaya yetmez.
Şimdi, bugüne kadar sadece benim seslendirdiğim, ama son günlerde kimi yandaş isimlerden de duymaya başladığım bir sürpriz gelişmeye gelmek istiyorum.
Aylar önce demiştim ki "AKP Cumhurbaşkanlığı seçimini tekrar Meclis’e taşıyabilir.”
Neden? Çünkü birincisi Tayyip Erdoğan da biliyor ki, halkın yüzde 50′sinin oyunu alarak seçilmesi mümkün ama garanti değil. İkincisi, anayasa değişmeden ve başkanlık ya da yarı başkanlık sistemine geçilmeden, bugünkü statü ile Cumhurbaşkanı olmanın fazlaca bir anlamı yok.
Mevcut anayasaya göre, Cumhurbaşkanı şeklen çok yetkili gibi görünebilir ama icraat yapmak, hizmet vermek açısından çok da önemli bir makam değildir.
AKP 2007′de, 367 olayı nedeniyle kendi içinden birini Cumhurbaşkanı seçemeyeceğini anladığında ve üstüne bir de 27 Nisan e muhtırası geldiğinde şöyle düşündü; "Belli ki bizim dışımızdaki yerleşik düzen bizi yine oyun dışı bırakacak, buna dayanacak gücümüz olmayabilir, muhtemelen ilk seçimleri de bu durumda kaybedecek ve iktidardan gideceğiz, o halde şimdiki sayısal üstünlüğümüzü kullanarak öyle bir kazık atalım ki, bizim yerimizi alacaklar büyük sıkıntıya girsin.”
İşte Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi fikri böyle oluştu. AKP iktidardan gideceğini düşünerek "O zaman benden sonra tufan” dedi. Tabii o sırada bazı AKP kurmaylarının zihninde "Cumhurbaşkanı’nı halk seçerse, bizim de elimiz rahatlar, daha rahat propaganda yapabiliriz, ötekilerin adayını zora sokarız” diye düşünüyorlardı.
Oysa durum bekledikleri gibi gerçekleşmedi. 27 nisan e-muhtırası ters tepti. AKP belki yenilgi alacağı seçimden üstelik güçlenmiş, oyunu yüzde 47′ye yükseltmiş olarak çıktı. Aynı sırada Cumhurbaşkanlığı seçimini değiştiren anayasa değişikliği Meclis’ten AKP oylarıyla geçmişti. Ancak yeterli sayıyı bulamadığı için zorunlu olarak referanduma götürülmüştü. Referandumdan önce seçimler yapıldı. Yeni meclis ilk görev olarak yine zorunlu olarak Cumhurbaşkanı’nı seçti. Bir ay geçtikten sonra referandum yapıldı. Muhalefet referandumda hayır kampanyasını güçlü biçimde yapmayınca, yüzde 60 küsur katılımlı bir oylama oldu. Ve Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi halkoyuyla kabul edildi.
Ama bu sürede aslında AKP amacına ulaşmıştı. 367 engeline de takılmadan zaten daha önce aday gösterilen Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya Köşkü’ne çıkmıştı. Bu durum aslında AKP içinde ciddi bir pişmanlığa neden olmuştu. O zamanlar konuştuğum bazı AKP’liler "keşke bu anayasa değişikliğini hiç yapmasaydık” diyorlardı. Çünkü aklın yolu bir, AKP’liler bu yolla kendi adamlarını seçtirmeyi değil, seçimi zorlaştırarak bir kaos çıkmasını umuyorlardı. Oysa asıl beklentileri kendiliğinden oluşmuştu ve şimdi halkın Cumhurbaşkanı’nı seçme olayı kendi sorunları haline gelecekti.
Biliyorsunuz Gül Çankaya’da beş yıl oturduktan sonra ilk kriz çıktı. Kimileri "anayasaya göre Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıl, bu durumda Gül’ün görevi bitti” derken, başka bir kesim "Öyle olur mu, Gül eski anayasaya göre seçildi, görev süresi 7 yıl, ancak o bittikten sonra yeniden seçim yapılabilir ” dedi.
Sonuçta Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğuna karar verildi ancak bu kez başka bir kriz patlak verdi. Bu kez sorun Gül’ün yeniden aday olamayacağına ilişkindi. Çünkü Gül eski anayasaya göre seçilmişti ve görev süresi 7 yıldı. Bu anayasaya göre cumhurbaşkanları ancak bir dönem görev yapabiliyorlar. Yenilenen maddeye göre ise cumhurbaşkanları 5 yıl için seçiliyor ve bir kişi ancak iki kez seçilebiliyordu. Meclis Gül’ün 7 yıldan sonra tekrar aday olamayacağına karar verdi. Ama Gül konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa mahkemesi Meclis’in çıkardığı yeni yasayı kısmen bozarak Gül’ün yeni düzene göre aday olabileceğine karar verdi. Yani Gül 7 yılını bitirdikten sonra isterse bir kere için daha aday olabilecek.
Aslına bakarsanız ben bunun da hukuken sakat olduğuna inanıyorum. Gül neden bir kere daha seçilebiliyor. Aday olup kazanırsa 5 yıl sonra yeniden aday olabilmeli. Çünkü eğer eski anayasayı uygulayacak olursak Gül hiç aday olamaz. Ama madem yeni anayasa uygulanıyor, o halde Gül işe sıfırdan başlıyor durumdadır ve aday olur, kazanırsa 5 yıl sonra yeniden aday olabilir. Yani Anayasa Mahkemesi’nin kararı tuhaf oldu. Gül bir yerde eski Anayasaya tabii gibi sonra yeni anayasaya tabii gibi olmuş duruma düştü.
Şimdi diyeceksiniz ki, bunlar bildiğimiz konular, bu kadar uzun uzadıya tarih bilgisi vermeye gerek var mıydı? Evet bunları biliyoruz belki ama, yaşadıklarımızı ve yaşayacaklarımızı zihnimizde değerlendirebilmek için bu bilgi tazelemesine ihtiyaç duyulabileceğini düşündüm.
Şöyle bakalım. Gül’ün yeniden aday olabilme konusu Erdoğan için bir risktir. Siz "İkisi etle tırnak gibi, Tayyip Bey aday olacaksa Gül kesinlikle aday olmaz” türü iddialara kulak asmayın. Bir kere köprülerin altından çok su aktı. Gül ve eşi Çankaya’yı sevdi. Tayyip Bey’in "ustalık dönemim” dediği dönemde yaptıkları içerde ve dışarıda, ciddi rahatsızlıklar yarattı. Global güçlerle Türkiye’de şimdilik ezilmiş gibi görünen ama özellikle maddi güçlerini ciddi biçimde koruyan çevrelerde "Erdoğansız bir Türkiye” düşüncesi güçlenmeye başladı. Bunun da ötesinde 11 yıllık iktidar döneminden sonra aralarında hiç sorun yokmuş gibi görünen iktidarı oluşturan güçlerin de çıkar çatışmalarına girdiği ve derin ayrılıkların yaşanmaya başladığı anlaşılıyor. Bu durumda Gül tahminlerin ötesinde bir tutumla adaylığını koyabilir.
Peki Gül aday olursa ne olur? Tayyip Erdoğan aday olur mu? Bence olmaz. Çünkü kazanma ihtimali çok azalır. Nedeni basit. Eğer Erdoğan da Gül de aday olursa, muhtemelen muhalefet ya bir aday üzerinden ya da ayrı adaylar bularak seçime girer. Sonuçta Gül ve Erdoğan ikinci tura kalabilir. Bu durumda Erdoğan’ı istemeyen bütün muhalefet Gül’de ittifak yapabilir.
O halde, Erdoğan, hele yerel seçimlerden yenik olarak çıkarsa, önünde kalan tek seçeneğe sarılabilir. O da Cumhurbaşkanı seçimini yine eski haline getirmek yani Meclis’in seçmesi sistemine dönmek. Çünkü ancak bu durumda Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmayı garantiler. Gül eski sisteme dönüldüğü için zaten teknik olarak artık aday olamaz. Muhalefetin çıkaracağı adayın ise bugünkü aritmetikle Meclis’ten seçilebilmesi mümkün değildir.
Gelelim ikinci sürpriz seçim olayına. Yerel seçimler Tayyip Erdoğan’ın beklediği ya da istediği gibi AKP’nin zaferiyle sonuçlanır. Ya da tam tersi olur ve AKP yenilir, İstanbul Ankara kaybedilir.
Her iki durumda da Erdoğan baskın seçim yapmayı planlayabilir.
Diyelim ki yenildi, bu yenilgi muhalefet kesimlerinin bazı yerlerde güç birliği yapması nedeniyle olacaktır. Yani şu anda hiçbir siyasi parti tek başına AKP’yi geçebilecek durumda değil. Eğer İstanbul’da AKP seçimi kaybedecekse bu muhalefetin belli bir adaya yönelmesi sonunda olacaktır.
Oysa genel seçimler farklı. Ama iş genel seçime gelince kimse güç birliğine yanaşmaz. Herkes kendi gücünü gösterebilmek için seçime asılacaktır. Böyle bir ortamda AKP oy ve milletvekili kaybetse bile yine birinci parti çıkacağını, tek başına iktidar olabileceğini ya da koalisyonun ana ortağı olabileceğini görerek, daha da fazla yıpranmadan ya da henüz bölünmeden baskın seçime gidebilir.
Ayrıca zaten bir İstanbul yenilgisi AKP’de çatlamaya da neden olabilir ki, Erdoğan bu çatlamayı önlemek için de baskın seçim kararı alabilir.
Bakın bunlar olasılıklar. Ama bana göre güçlü olasılıklardır. Yine başa döneyim, bu yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara’da AKP seçimi kaybedecektir. Sokaktaki hava bunu yansıtıyor, anketlere hiç inanmayın.
Tabii kim kazanır? Akıl ve mantıkla bakınca en güçlü ihtimalin CHP adayı olduğu görünüyor. Her ne kadar herkes CHP adayının mutlaka ve mutlaka Mustafa Sarıgül olduğuna inanıyorsa da, bu ihtimal çok da garanti değil. Gözlediğim kadarıyla CHP içinde ciddi bir huzursuzluk var. Partide bölünme ya da küsmeler olabilir. Çünkü Sarıgül olayı aslında pek şık gelişmedi. Bugün gazetelere baktım, akşam televizyonlarda haberleri ve tartışmaları izledim, garip bir destek ve sessizlik var. Oysa şu anda görülmese de çok ciddi bir rahatsızlık yaşanıyor. Bakın CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’ndan talimat alarak yanına İstanbul CHP İl Başkanı’nı da katarak Mustafa Sarıgül’ü, Şişli Belediye Başkanlığı makamında ziyaret ederek partiye davet etti. Buraya kadar normal. Ama Keskin bununla yetinmedi ve Sarıgül’ü CHP’li olarak ilan etti. Ama bir şeyi unuttu. Sarıgül partiden ihraç edildiği için önce bir af dilekçesi verecek. Bunu verdi. Bu dilekçe İstanbul İl Başkanlığı’nda incelenerek, eğer uygun görülürse CHP Merkez karar ve Yönetim Kurulu’na gönderecek. İl Başkanı Sarıgül’e gittiğine göre burada bir sorun çıkmayacaktır. Sorun bundan sonra başlıyor. CHP MYK’sı da af dilekçesini uygun görürse bunu oylanmak üzere 61 kişiden oluşan Parti Meclisi’ne sunacak. Sarıgül ancak bu organ onaylarsa CHP’ye dönebilecek ve aday gösterilebilecek.
Anladığım kadarıyla bu aşamalarda bir sorun çıkmayacak. Herkes zaten hazır, Pazar günü oylama yapılır ve Sarıgül partiye kabul edilir. Şık olmayan şu ; bir yandan CHP’de yetkili organlardan, bunların gücünden ve parti içi demokrasiden söz edeceksiniz sonra göstermelik olarak bile bunu uygulamayacaksınız. Partinin MYK’sını ve Parti Meclisi’ni adeta yok sayacaksınız. Tamam CHP’nin Sarıgül’le İstanbul’u kazanacağı duygusuna girerek coşması güzel, iyi de moral ama, bari bu kadar heyecana kapılmayıp asgari kuralları nezaketen uygulasaydı.
Neyse, ben ne MYK’da ne Parti Meclis’nde bir sorun çıkacağını hiç sanmıyorum. Sarıgül aday olarak ilan edilir mi? O da kesin gibi. Ama şunu da söyleyeyim, benim aday olma iradem aynı yerinde duruyor. Hele her şey kendi kuralları içinde yerli yerine bir otursun resmi açıklamalar yapılsın ondan sonraki duruma bakarız.
Bu arada sanıyorum ana haberlerde izleyeceksiniz. Ama ben biraz aculluk edip biraz çıtlatayım, Ümit Zileli bugün resmen aday oldu. Nereye? Şişli’ye. Zileli İşçi Partisi adayı olarak Şişli’de seçimlere giriyor. Gerçi Zileli İşçi partisi adayı ama, pek çok sivil toplum kuruluşundan oluşan bir güç birliği tarafından da destekleniyor.
Ümit Zileli’nin adaylığının çok büyük önemi var. Çünkü bu adaylık muhtemelen bir ateşin yakılmasındaki ilk kibrit gibi olacak. Özellikle CHP’nin aday belirleme yöntemi ve yapacağı seçimler, umudun sadece CHP’de olmadığını düşünen ve gücü de hiç azımsanmayacak bir kesimde değerlendirilecek ve muhtemelen önümüzdeki dönemde çok sürpriz isimler ortaya çıkacaktır. Yani CHP "Nasıl olsa bütün muhalefet mecburen benim adayla r ım d a birleşecek” duygusuna pek de kapılmasın. Benden şimdilik bu kadarını söylemek yeter.
Sevgili izleyiciler, dünden bu yana ana tartışma konumuz Meclis’e türbanın resmen girmesi. Dünün bunun yansımalarının neler olabileceğini uzun uzadıya anlattım. Bugün sizlere biraz CHP’nin tutumu üzerine sohbet etmek istiyorum.
CHP türban konusunda kendi tabanında eleştirildi. Başka muhalif çevreler de CHP’nin tavrını uygun bulmadıklarını belirtiyor.
Ben açık söyleyeyim bu konuda çok sert bakmıyorum.
Bakın sevgili izleyiciler, AKP bana göre hiç beklemediği bir tavırla karşı karşıya kaldı. Tamam öyle ya da böyle türbanlı kadınların Meclis’e gireceğini biliyordu ama CHP’nin çok büyük gürültü koparacağını da hesaplıyordu.
Son 20 yılı türban mağduriyeti ile geçiren ve bundan hep kazançlı çıkarak oyunu artıran AKP, bu kez de Meclis’te çıkacak olayları k endi lehine çevireceğini düşünüyordu bana göre.
Bu olmadı. Ve sonuçta AKP elindeki altın yumurtlayan tavuğu kaçırdı. AKP artık türban mağduriyeti üzerine politika üretemez.
CHP Genel Başkanı’nın tavrını eleştiriyor olabilirsiniz. Ancak ben olaya bir de başka pencereden bakmak istiyorum. Tamamen hissiyatımdır bu söyleyeceklerim. Eğer bana "kanıtla, belge göster” falan derseniz hiçbir şey yapamam,. Ama bazen siyaset böyle hissiyatlarla da çözülmeye çalışılabilir.
Bana göre Türkiye çok ciddi bir değişimden geçiyor. Sanki Türkiye yeniden şekillendirilecek. Ve bu şekillendirmede ana aktör artık AKP ya da Tayyip Erdoğan olmayacaktır.
Bu artık sanki CHP’yi de başka güçleri de aşan bir durum. CHP dün sağduyulu davranarak AKP’nin oyununa gelmedi. Nasıl oldu bu? Bazılarınız çok şaşırmışsınızdır, "yahu bu CHP’de ciddi tepki gösterecek kimse kalmadı mı?” diye de geçirmişsinizdir içinizden. Ama işte bazen böyle olur. Kişisel tepki bile göremezsiniz, çünkü farkında olmadan herkes kendini büyük bir oyunun içinde buluverir.
Bugün konuşmamın başından beri aslında bunu anlatmaya çalışıyorum. 2014 çok beklenmedik gelişmelere neden olacaktır. Bunların şimdiden hesaplanması, işte böyle böyle böyle olacak denilmesi mümkün olmayabilir. Ama biliyorum ki, hayatımız 2014′ten itibaren aynı olmayacaktır. Herkesin aklının bir köşesinde alsın.
Bugün tartışılan konulardan biri de şu; Biliyorsunuz CHP milletvekillerinden Şafak Pavey korkunç bir kaza sonucu bir bacağını ve kolunu yitirmişti. Şimdi ikisi de protez. Kolu neyse de, Pavey’in Meclis oturumlarında protez bacağını saklaması mümkün değil. Çünkü Meclis içtüzüğüne göre kadınlar etek giymek zorunda.
Şimdi Şafak Pavey’in bir kavgası var. Diyor ki "Meclis içtüzüğünü değiştirin, kadınlar pantolon da giyebilsin.” AKP’liler ve her sorunu pratik biçimde çözeceklerini sananlar Pavey’e "Türban nasıl emrivaki ile Meclis’e girdiyse, sen de öyle yap, pantolonunu giy gel ses etmeyiz”
Şafak Pavey ise "Hayır” diyor "Ben anayasa üzerine yemin ettim, bu Meclis’in kurallarına uymak için söz verdim, öyle emrivaki ile kural delmem, siz düzeltin.”
Niye dayatıyor Pavey? Çünkü içtüzükte pantolon serbestisi için madde değişecekse türbanın da buraya eklenmesi gerekiyor. İşte AKP’yi korkutan bu. Türban emrivaki ile güya ülke çapında sağlanan konsensüs ile ama aslında hile yapılarak Meclis’e sokuldu. Kimse ses etmeyince bunun yasal yaptırımları da yok sayılıyor. Oysa pantolon maddesi eklenirken türbanın da konu edilmesi konuyu resmi hale getirecektir. O zaman iktidarın bir anayasa suçu işlediği gerçeği ile karşı karşıya kalacağız. Bu durumda başta Anayasa mahkemesi olmak üzere yargının işlem yapmaması mümkün değildir.
Tabii "İyi de türban içtüzüğe neden girsin, koymazlar” diyebilirsiniz. Öyle değil. Bakın AKP sözcüleri ve MHP lideri ne diyor türban konusunda; "Bunun istismar edilmeyeceğini umuyoruz” diyorlar. MHP lideri "Herhalde bir çift gözün göründüğü çarşafla gelmeyecektir arkadaşlar” diyor. Garantisi var mı? Yok. O halde türbanın istismar edilmemesi, inancım gereği diyerek çok garip kıyafetlerle Meclis’e gelinmemesi için baş ötrem biçiminin de tanımlanması gerekiyor.
Yani Şafak Pavey demek istiyor ki, "boş meydanda hiçbir şey olmayacağını bilerek istediğiniz gibi at koşturuyorsunuz, yok öyle yağma, gelin b unları kayda geçirelim.”
Bilmem anlatabildim mi? "Efendim, diyelim ki tüzük değişti, mecburen türbanı da buna eklediler ve anayasa suçu ortaya çıktı, kim ilgilenecek kim bir yaptırımda bulunacak?” Fark etmez, şimdi kimse bir şey yapmayabilir yapamayabilir, ama bu yarın öbür gün için geçerli bir kanıt haline gelir. 28 Şubat’ın hesabını 15 yıl sonra sormuyorlar mı? İşte aynısı.
Vaktim bitmiş. Son sözüm. Dün Meclis’te görmemişin türbanı olmuş tutmuş koparmış misali AKP’li erkek milletvekillerinin türbanlı kadınlarla fotoğraf çektirme yarışı çok komikti. Bunu söylemeden edemedim. Türban olayını bile kendi kendilerine öyle bir sulandırdılar ki, evlere şenlikti yani.
Yarın bu saatte yine buluşmak üzere hepinize iyi akşamlar, hoşçakalın.
Can Ataklı Ulusal Kanal 1 Kasım 2013